Küresel salgının tek suçlusu Çinliler mi?

Hayatımda ilk ve tek kez Çin’e geçen sene haziran ayında gittim. Dünyanın en büyük güneş enerjisi fuarı SNEC her sene Şangay’da düzenleniyor. Ucu bucağı olmayan bu fuarda dünyanın her yerinden güneş enerjisi sektör paydaşları bir araya geliyorlar. Bu seyahatime de değineceğim bu haftaki yazımda, insanlık olarak Covid-19 salgınına dair yapmamız gereken iç muhasebelere yer vereceğim.

Geçen sene 4-6 Haziran’da düzenlenen bu etkinliğe ben de iki çalışma arkadaşımla, oldukça yoğun bir toplantı gündemiyle katıldım. Biri güneş paneli konusundaki teknik danışmanımız Fas Kökenli Alman ve Fransız vatandaşı Zineb, diğeri de satış pazarlama direktörümüz Simay. Simay 3 sene Çin’de kaldığı için bize orada adeta bir rehber gibi eşlik etti. SNEC'e katılan ekibimizi kafanızda canlandırmanız için geçen sene Almanya'da beraber iştirak ettiğimiz Intersolar'da çekilmiş bir resmimizi paylaşmak isterim: 

 

SNEC’le ilgili kaleme aldığım blog yazısını hatırlatma amaçlı paylaşıyorum: https://www.serhansuzer.com/tr/cine-ilk-gidisimde-gunes-enerjisi-etkinliginde-yaptigim-konusma

Yukarıdaki linkte bulunan yazımda da okuyabileceğiniz gibi Şangay şehrindeki Radisson Blu Shanghai Pudong Jinqiao’da bir pazar günü sağ salim vardık. O günün akşamında ekip arkadaşlarımla birlikte nüfusun yoğun olduğu liman bölgesine indik ve yemek için Huangpu Nehri’nin kıyısında bulunan Lujiazui (Financial District) bölgesindeki Super Brand Mall’un içinde, Yershari Xinjiang adlı Uygur restoranına gittik. Akşam yemeğinin ardından otele döndük ve otelimize yerleştik.

Ertesi gün güneş enerjisi sektörünün liderlerinin bir araya geldiği bir öğle yemeği etkinliğinde yerimizi aldık. Bu öğle yemeğinden sonra bazı temaslarımız ve görüşmelerimiz oldu ve sonra tekrar otele döndük.

Ekibimizden Zineb rahatsızlanıyor

Otele döndükten sonra akşamüzeri Avrupa’nın önemli güneş enerjisi makine ve donanım sağlayıcısı Meyer Burger’in etkinliğine katılmak üzere tekrar hazırlanıp çıkacakken Zineb bana kendini iyi hissetmediğini söyledi. Seyahatlerde insanlar bazen çok yıpranabiliyor. Yorgunluk ve seyahatten ötürü sıkıntısı olabileceğini düşündüm ve kendisine bu akşam iyi bir uyku uyuduktan sonra ertesi gün zımba gibi olabileceğini söyledim, moral verdim.


Çin Kültürü'nü yansıtan etkinliğin düzenlendiği mekan


Akşamki etkinlikte hem teknik olarak birçok detayı konuşabildik hem de güzel vakit geçirdik. Hatta o akşam bu etkinlikte Çinli kadınlardan oluşan "Twelve Girls Band" Freedom adını taktıkları bu parçayı seslendirdiler:



 


Çinli grup repertuvarında Türk parçası!

Bu şarkıyı duyunca kulaklarıma inanamadım. Çünkü birçok Türk okurumun da anımsayacağı gibi bu bizim meşhur Tosun Paşa filminin müziğiydi. Önce hatırlayamadım. Çevreme sordum ve bu müziğin esasında bizim meşhur "Nihavend Longa" olduğunu teyit ettim. Şarkının tamamını https://open.spotify.com/album/2qtWzajxpYgaH0OwKnetIB linkinden dinleyebilirsiniz.

Sonrasında kızların yanına gidip hayatın gerçeklerini, yani bu şarkının orijinalinin Türkçe olduğunu söyledim. Bunu onlara teyit etmek için şarkının aslını gönderdik (çok şaşırdılar) ve ardından aşağıdaki hatıra fotografını çektik: 

Bu etkinlikten sonra çok geç olmadan akşam otele döndük. Ertesi gün (Salı günü) SNEC etkinliği resmi olarak başlayacaktı. O yüzden nispeten erken saatte odalarımıza çekildik. Buraya kadar her şey normaldi.

Ertesi sabah kâbus başladı. Sabah kahvaltıya Zineb inemedi. Normalde Alman disiplini ve dakikliğine sahip Zineb’in gecikmesi garip geldi. Sözleştiğimiz saatten yarım saat sonra kendisini aradım, sesi çok kötü geliyordu. Aramızda şöyle bir dialog geçti:

– Zineb iyi misin? Sesin kötü geliyor.

– İyi değilim. Dün gece çok kötü hastalandım. Bütün gece soğuk terler döktüm ve uyuyamadım. Şimdi de başım çok ağrıyor, kafamı kaldıramıyorum, çok halsizim.

– Eyvah. Seni bir doktora götürelim mi? Sana yardımcı olalım.

– Gerek yok. Birazdan kendimi toparlayıp aşağıya inerim.

– Tamamdır, seni her halükarda bekliyoruz. Bir şeye ihtiyacın olursa haberimiz olsun.

– Teşekkürler.


Bu konuşmadan sonra Zineb bir türlü aşağıya gelemedi. En son konuşmamızdan 45 dakika sonra kendisini tekrar aradık. Telefonda bize “Siz SNEC’e gidin, ben kendimi toparlayayım öyle geleyim, haberleşelim” dedi. Biz de bunun üzerine SNEC’in açılışına gittik.

Zineb’in izini sürüyoruz

Gün içerisinde kendisini yine aradık, ulaşamadık. Cep telefonu kapalıydı, otel odasından cevap vermiyordu. Paniklemeye başladık. Gün içerisinde birçok toplantıya girdikten sonra akşamüzeri otele döndük ve odasını tekrar aradık, ulaşamadık. Bunun üzerine resepsiyonla ve konsiyerjle görüştük, Zineb’in tarifini verdik; öğle saatlerinde taksiyle atlayıp otelden çıktığını öğrendik. Bindiği taksiciye ulaştık ve sonunda Zineb’in hastanelik olduğunu şehir dışında bir hastanede yattığını tespit ettik.

Akşamki programları iptal edip Zineb’i bulmaya gittik. Bulunduğumuz yerden yaklaşık 1,5 saat süren bir yolculuğun ardından Zineb’in yattığı hastaneye vardık ve odasına girdik.

Ciddi anlamda hastanelik olmuştu, kolunda her türlü serum vb. bağlı yatak döşek yatıyordu. Bizi görünce sevindi. Düşünebiliyor musunuz, hayatında ilk kez Çin’e gelen Avrupa vatandaşı güneş enerjisi konusunda uzman bir profesyonel Çin’deki daha ilk gününde virüs kapmış ve kolunu kıpırdatamaz halde kendini zorlayarak bizimle konuşmaya çalışıyordu.

Meğer Zineb, bizimle konuştuktan sonra bırakın iyileşmeyi neredeyse bayılacak kadar kötü duruma düşünce kendi başına taksiye binmiş ve konsiyerjden aldığı tavsiyeyle şoföre “Shanghai International Hospital” hastanesine gitmesi gerektiğini söylemiş. Taksi şoförü de, bizdeki sahtekâr taksiciler misali, otele 10 dakika uzaklıktaki o hastaneye götüreceğine aynı zincirin şehir dışında 1,5 saat uzaklıkta Hongqiao havaalanına yakın “Shanghai Jiahui International Hospital” hastanesine götürmüş. Daha fazla para kazanmak için yol uzatan sahtekâr taksiciler dünyanın her yerinde var maalesef.

Doktordan maske uyarısı

Zineb bitkin halde bizimle sohbet ederken önce içeri bir hemşire girdi. Serumu değiştirdikten ve genel bakımını yaptıktan sonra çıktı. 45 dakika sonra da Hint kökenli olduğunu tahmin ettiğim bir başka doktor girdi içeri. Doktor bize hemen “Siz neden maske takmadınız?” diye sordu. İçeri giren hemşire de doktor da maskeliydi. Ben de “Kimse bize maske takmamızı söylemedi” dedim. Doktor hemen dışarıda koridorun sonundaki yerden maske almamızı söyledi ve “Bir daha bu odaya maskesiz girmeyin” dedi. Ben merakla söze girip “Biz maske takmaya pek alışkın değiliz, neden takmamız gerekiyor?” diye sorunca hayatımda ilk defa duyduğum ve şimdilerde öğrendiğimiz bir gerçeği yüzümüze vurdu: “Hanımefendinin nasıl bu duruma düştüğünü ve hangi virüsün buna sebebiyet verdiğini bilmiyoruz, o yüzden bu tip hastalıklarda odanın içine girerken maske takmak mecburidir” dedi. Bunun üzerine tıpış tıpış odadan çıkıp hemen maskelerimizi takarak yeniden odaya girdik.

Zineb’le bütün detayları konuşup hastalığı süresince ne yapacağımızı ve ona nasıl yardımcı olacağımızı kararlaştırdıktan sonra oradan ayrıldık, yine uzun bir yolculuğun ardından otelimize geri döndük.

O hafta yoğun bir gündemle günde en az 10 toplantıya girip çıkarak haftayı tamamladık. Programımıza göre cuma günü Jiangsu eyaletine gidip bir AgroPV santraline (altta tarım yapılan, üstte güneş enerji santrali olan bir model) teknik ziyaret düzenleyecektik.

Bu kez de ben kötü hissetmeye başlıyorum

Ancak ben Perşembe günü özellikle öğleden sonra kendimi iyi hissetmemeye başladım. Soğuk terler dökmeye başlamıştım. Bu hiç iyi haber değildi, çünkü cuma günü seyahat edip Jiangsu eyaletinin Suzhou, Changshu şehrinde yer alan Shajiabang Endüstri bölgesine giderek oradan da Xi’an’a uçacak, cumartesi de önemli bir yatırımcı toplantısına katılacaktık. Ertesi gün AgroPV ziyaretini üzülerek iptal ettik. Perşembe akşamı ben de otelimize yakın olan hastaneye muayeneye gittim. Cuma akşamı direkt Xi’an’a uçuş organize ettik. Yatırımcı ziyaretini iptal edemezdim.

Hastanede influenza olabilir diye bana grip virüsüyle ilgili test yaptılar. Enteresan bir şekilde hiçbir şey çıkmadı. Ben soğuk terler dökmeye devam ediyordum, ateşim de vardı. Otele gidip dinlenmemi önerdiler bir de semptomları hafifletecek ilaçlar verdiler. Otele döndük.

Ertesi gün havalimanına gitmeden önce Zineb’i bir kez daha ziyaret ettik. Tabii bu sefer kurallara başından uyup maske takarak yanına girdik. Ertesi hafta uçuşuna yetişemeyecekti çünkü onun iyileşmesi de beklenenden daha uzun sürüyordu, o yüzden üzgündü. Biz yanında olamayacaktık ama onun tüm valizlerini sağolsun Simay toparladı ve ona getirdik. İhtiyacı olan şeyleri de aldık. Güzel temennilerimizi ilettikten sonra hastaneden ayrılıp havalimanına gittik.

Xi’an’da rahatsızlığım giderek arttı

Cuma akşamı Xi’an’a vardığımızda ben iyiden iyiye kötüleşmiştim. O akşam yatağa kendimi zor attım. Ertesi sabah yine soğuk terlerle uyanıp bitkin bir şekilde kahvaltıya indim. Sonrasında potansiyel yatırımcı bizi otelden aldırdı.

Adamlara çaktırmamaya çalışıyordum ama özellikle beraber 3 saat fabrika turu attığımızda yürümekte bile zorlandığım anlar oldu. Arada sırada hava almak için dışarı çıkarak idare ettim. Toplantı da başarılı geçti. Sonrasında bizi yemeğe götürdüler. Yemekte çivi çiviyi söker misali bol acılı bir şeyler yedim, verdikleri içkilerden içtim.

Tavuk bacağı gibi bize göre eksantrik şeyler haricinde her şeyden bol bol yedik. Yemekleri onlar gibi çubuklarla ve beğenerek yememiz adamların hoşlarına gitti. Rahat bir iletişim sağladık. Sonrasında o toplantıyı organize eden bir başka Çinliyle görüşmeye gittik. Her ne hikmetse ben o yemekten sonra yine bol bol terledim ama akşamüzerine doğru kendimi iyi hissetmeye başladım.

Hatta akşamında Xi’an turu atabildim. Ertesi gün de Xi’an’ın antik kentine turistik ziyarette bulunduk. Bu ziyaretle ilgili blog yazımı tekrar hatırlatmak isterim: https://www.serhansuzer.com/tr/yer-alti-ordusu-ve-efsane-ikonlariyla-antik-kent-xian

Bunlar da turistik ziyaretten bazı kareler: 

Pazar günkü Xi’an antik kent ziyaretimizde iyiden iyiye kendime gelmiştim. Hafta başına da çakı gibi girdim. Türkiye’ye tamamen iyileşmiş olarak döndüm. Zineb 3-4 gün rötarlı bir şekilde hafta sonuna doğru evine, Avrupa’ya dönebildi. 10 gün boyunca hastanede kalıp maalesef hiçbir etkinliğe ve toplantıya iştirak edemedi. O hafta Çin’de geçirdiğimiz hastalığı bir çeşit virüs sebebiyet verdi. Ne olduğuna bir anlam verememiştik. Çok da önemsemediğimiz bu durum şimdilerde Covid-19 salgını yaşarken daha da anlam kazandı.

Bu arada ekibin içinde bir tek Simay’a bir şey olmadı. Dimdik ayakta bütün toplantıları organize etti, aktif olarak katıldı. Kendisiyle “Çin’de yaşadığın 3 sene boyunca buradaki virüslere bağışıklık kazanmışsın?” diye şakalaştığımı hatırlıyorum.

Koronavirüsün çıkışıyla ilgili iddialar

Peki her şeye rağmen virüsün sıfır noktası olan Vuhan’da olanlardan dolayı Çin bu işin tek sorumlusudur diyebilir miyiz?

Çin’le ilgili çeşitli iddialar ortaya atıldı. Birinci iddia bu virüsün bir hayvan pazarından çıktığıydı. Bu konuda çeşitli spekülasyonlar olduğu için Çin Devleti bazı hayvan pazarlarını kapattı. İşte bu konuyla ilgili National Geographic’te yayınlanmış bir yazı: https://www.nationalgeographic.com/animals/2020/04/coronavirus-linked-to-chinese-wet-markets/

Bir başka iddia da Covid-19 virüsünün Vuhan’daki bir viroloji laboratuvarında üretildiğiydi. Açıkçası bu iddianın insanlar arasında hızla yayılmasını sağlayacak şekilde öne sürülenleri; bilinen koronavirüslerin özellikleriyle oynandığı ve bunun Çin veya Amerika kaynaklı olabileceği, hatta Bill Gates gibi nüfuzlu kişi veya ailelerin bu işin arkasında olabileceği hakkında paylaşılanları ben de birçok yerden duydum. Bu konuyla ilgili çıkan bir haberi de paylaşmak isterim: https://www.hurriyet.com.tr/galeri-cnn-abd-istihbarati-koronavirusun-vuhandaki-viroloji-laboratuvarinda-uretildigi-iddialarini-arastiriyor-41496171/7

Yine bugün çıkan ilgili bir haberi daha paylaşmak isterim: https://www.hurriyet.com.tr/galeri-dikkat-ceken-rapor-sizdi-tum-oklar-cine-cevrildi-41508990/15

Bugün geldiğimiz noktada tüm dünyada uzak doğu kökenli insanlara karşı bir öfke birikimi oluştu. Hatta Amerika ve Kanada gibi ciddi uzak doğu etnik kökenli nüfusa sahip gelişmiş ülkelerde bile bu insanlara karşı nefret suçları işlenmeye başlandığının haberleri geliyor. Bu gerçekten çok üzücü ve utanç verici. İşte size bir örnek. Üniversiteyi okuduğum ve her zaman beğendiğim ve gurur duyduğum bir ülke olan Kanada'da işlenen nefret suçlarıyla ilgili ilgili bir videoyu utanarak paylaşıyorum: https://www.instagram.com/tv/B_5m6M1DX4I/?igshid=108ygspq109cf

Covid-19 salgınının başlangıç noktasını hiçbirimiz bilemeyiz. Komplo teorilerinde öne sürüldüğü gibi bunun arkasında belli bir istihbarat veya nüfuzlu kişiler ve aileler varsa onların dışında bunu kimsenin bilmesine pek imkân yok. Veya gerçekten Çin’deki bir hayvan pazarından çıkmışsa geri dönüp bunu %100 tespit edemeyiz. Bu yazıda benim dikkatinizi çekmek istediğim konu farklı.

Neler yapılabilirdi?

Bu salgının bu kadar yayılması ve hâlâ her gün yüz binlerce insanın hayatını kaybetmesinden dolayı burada herkesin kendine dönüp bakması ve neyi yanlış veya eksik yaptık diye muhasebesini yapması gerekiyor. Bazılarının söylediği gibi buna “Çin virüsü” deyip sorumluluğu sadece Çinlilere atma eğilimi göstermek bana göre zayıflıktır. Çünkü sıfır noktası Çin olduğu varsayılan bu koronavirüs salgını ülkelerin belli başlı reaksiyon ve hazırlıklarıyla engellenebilirdi. Ülkeler maalesef proaktif davranmadılar. Buna göre:

1) Koronavirüs ailesi veya diğer virüs çeşitlerinin hakkından gelebilecek aşı veya ilaç bulunması için ARGE çalışmalarına hız kesmeden devam edilip büyük bütçe ayrılabilirdi. Binlerce yıldır farklı virüs tipleri mutasyona uğrayarak insanlığın başına bela olmaya devam ediyor. Modern tıp ise virüsler konusunda çaresiz bir şekilde “ne yapalım, binlerce yıldır varolan virüslerin çaresine biz mi bakalım?” tarzında benim akıl ve mantığıma uymayan deklarasyonda bulunuyorlar. Halbuki virüsleri yoketme hedefi öncelik olarak belirlenirse bu virüslerin hakkından gelinebilir. Ne kadar mutasyona uğrarsa uğrasın belirlenecek farklı sistemlerle mutasyona uğramış virüslerin de hızlıca hakkından gelinebilir. Bu hedefe tüm ülkeler, devletler, özel sektör ve STK’lar kollektif ve bireysel olarak katkıda bulunmaları gerekir. Çünkü düşman insanlığı tehdit eden düşman herkesin ortak düşmanıdır.

2) Çin’de böyle bir salgın çıktığı haberi alındığında derhal havayollarının Çin’e uçuşları geçici olarak durdurulabilirdi.

3) Çin’de böylesine hızlı yayılan bir salgının başladığı haberi alınır alınmaz ilaç, dezenfektan, suni solunum cihazı, maske, önlük gibi elzem olan ürünler ülkeler tarafından stoklanmaya başlanabilir ve yönetimler halkın bu ürünlere anında ulaşımını sağlayacak üretim ve dağıtım sistemlerini oluşturabilirlerdi.

4) Çin’de salgının yayıldığını duyar duymaz maskeyle sokağa çıkmanın mecburi kılınması gibi basit çözümler ortaya konulabilirdi. Çek Cumhuriyeti bu konuda başarılı bir sınav vermiştir ve Çek Vatandaşları disiplinli bir şekilde dışarı her çıktıklarında maske takarak ülkelerindeki Covid-19 vakalarını asgaride tutmayı başarmışlardır.    

5) Salgının ülkelerine sıçradığı haberini alır almaz, yönetimler sokağa çıkma yasağını sert bir şekilde en başından tavizsiz uygulayabilirlerdi.

6) Pandemi (küresel salgın) tehlikesi ortaya çıktığı anda ekonomik tedbirler proaktif bir şekilde alınabilirdi.

7) Virüsün Çin’in dışına çıktığı haberi alınır alınmaz gıda, su, temizlik ürünleri ve enerji gibi temel ihtiyaçlara herkesin ulaşımı garanti altına alınabilirdi.

Tüm bunlar yapılsaydı, bugün bu salgının bu kadar büyük bir küresel boyuta ulaşmasını engellerdik. Ülkelerin hemen hemen tamamı bu pandemiye hazırlıksız yakalandı. Bir de tabii işin temeline bakmak gerekiyor. Bu da insanların yaşadığımız dünyada kendileri dışında bütün canlıları hor görmeleri ve yaşam hakkı tanımamaları; dünyayı ve doğamızı adeta talan etmeleri… İşte bununla ilgili bir videoyu sizlerle paylaşmak isterim: https://www.instagram.com/p/B-9FsebFVCy/?igshid=mcudfobupvy2

Doğanın tokadı ve insanlığın seçimi

Sürekli artan bir oranda yükselen dünya nüfusu da bu talanı hızlandırıyor. Bu salgının başlangıç noktası genetiğiyle laboratuvar ortamında oynanmış virüs olsa dahi bu sadece oluşabilecek bir salgının daha hızlı ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yoksa doğa kendini korumak için geçmişte olduğu gibi bu virüslerin ortaya çıkmasını sağlayacaktı zaten. İnsanlığın sonunu getirebilecek salgın, iklim değişikliği ve nükleer savaş tehlikelerinin ikisi yani salgın ve iklim değişikliği doğanın ortaya koyduğu kendini koruma mekanizmasıdır esasında. Doğa önce uyarır, kulak çeker, sonra tokat atmaya başlar (ki bugünlerde tokat atmaya başladı) ve en sonunda da öldürücü darbeyi vurur. Biz insanlar ise çok güçlü olduğumuzu düşündüğümüz bir anda neye uğradığımıza şaşırır, olacakları hiçbir şekilde engelleyemeyiz ancak geciktirebiliriz.

O yüzden insanlık olarak Çinlilere suçu yüklemek yerine hepimizin kendi içimizde muhasebeyi yapıp hiç değilse bundan sonra gerekenleri yapmamız gerekiyor. Hayat kısa. Yaşam süremiz boyunca dünyaya, insanlığa ve içinde yaşadığımız topluma katkıda mı bulunacağız, yoksa bencil bir şekilde umursamaz ve etrafa zarar veren hayat tarzımızı sürdürecek miyiz, bu seçim bizlerin elinde. Karar bizim, hepimizin!

İlginizi Çekebilir
Yorumlar ( 0 )
Bu yazı hakkında ilk yorumu siz yapın...
Yorumlarınız için