İdealizm fanatizmi

Son dönemde iklim değişikliği savunuculuğu bahanesiyle yapılan sanat vandalizmine tanık oluyoruz. Sanat eserlerine yapılan bu saldırılar, dikkat çekmek isterken insanlığın devamı için çok elzem olan iklim değişikliğiyle mücadele davasını karalamaktan başka bir işe yaramıyor maalesef. “İdealizm fanatizmi” diye adlandırdığım bu davranış bozukluğunu örnekleriyle detaylandırıp sorunların derinleşmesinin nasıl önüne geçilebileceğini paylaşacağım.


 

Geçtiğimiz aylarda sanat eserlerine boya atma, kendini tablonun çerçevesine yapıştırma gibi akla zarar birçok eylemlerin gerçekleştiğine tanık olduk. Sonra klasikleşmiş bir görüntüyle yapılan bu vandalizmi (vandallık veya akım olarak vandalizm, bilerek ve isteyerek, kişiye ya da kamuya ait bir mala, araca ya da ürüne zarar verme eylemidir) sonlandıran güvenlik görevlileri eyleme imza atan kişileri alıp haklarında hukuki işlem başlattılar. Yapılan eylem, atılan sloganlar, güvenlik görevlilerinin müdahalesi (kimi zaman sert, kimi zaman ikna ederek) ve eylemcilerin olay yerinden uzaklaştırılmaları artık çok alışılagelmiş ve can sıkıcı eylemler olarak gündemimize geliyor. Son dönemde tanıklık ettiğimiz ve iklim değişikliği davasına dikkat çekmek isteyen, Türkçedeki deyimiyle “kaş yapayım derken göz çıkartan” bu eylemlere bazı örnekleri aşağıda sizlerle paylaşıyorum:

“Just Stop Oil” adlı hükümetin Birleşik Krallık’ta fosil yakıtların keşfi, geliştirilmesi ve üretilmesi için yeni lisansları sona erdirmeyi taahhüt etmesini sağlamak için birlikte çalışan gruplardan oluşan bir koalisyonun bazı eylemleri: https://www.instagram.com/reel/ClOHdjCIe3_/?igshid=MDJmNzVkMjY

Bir başka örnek de Avusturya’daki Leopold Müzesi’nde sergilenen Gustav Klimt’in ünlü “Ölüm ve Yaşam” adlı eserine bir aktivistin siyah sıvı attığı, bir başkasının da kendisini yapıştırdığı video: https://www.instagram.com/reel/ClB4rfaJ9KP/?igshid=MDJmNzVkMjY

ICOM’dan ilginç açıklama

Tüm bu saçma protestolar yaşanırken, geçen ay ICOM (International Council of Museums – Uluslararası Müzeler Konseyi) “Müzeler ve İklim Aktivizmi” başlıklı beyanıyla beni şahsen şaşırttı:

https://icom.museum/en/news/icom-statement-climate-activism/

ICOM’un yukarıdaki linkte okuyabileceğiniz mesajında özetle şu noktaların altı çizilmiş:

• ICOM, ortak iklim değişikliği tehdidiyle mücadele konusunda müzelerin müttefik olarak görülmesini arzu eder.
• ICOM, karbon emisyonunun ve küresel ısınmanın azaltılması için cesur eylemlere ihtiyaç duyduğumuzu hatırlatır.
• Gezegenimiz için hep birlikte ve kolektif olarak harekete geçmeliyiz, çünkü dünyamızı dönüştürmeksizin iklim sorununa çözüm üretmek mümkün değil.

Ayrıca neler söylenebilirdi?

Burada daha nötr bir pozisyonda ‘iklim değişikliğiyle mücadeleyi biz de destekliyoruz’ demişler ama en azından şunları söylemelerini beklerdim:

Kültür mirası olan bu sanat eserlerine zarar vermek veya vermiş gibi yapmak (tabloların hemen hemen hepsinin koruyucu camı var) şiddetin bir tür yansımasıdır. İnsanlığın gelişimini sağlayan ve insan ruhuna iyi gelen sanatta böyle şiddet eylemlerinin yeri yoktur. Biz de konsey olarak iklim değişikliğiyle mücadeleye tam destek veriyoruz ancak fosil yakıtların kullanımını protesto edecek bu eylemlerin tüm sanat camiasının desteğini alacak şekilde şiddetten uzak yöntemlerle yapılması gerektiğinin altını çiziyoruz.

Bu olaylara başka birçok örnek verebiliriz. Bu da bir iklim aktivistinin talk şov programı sırasında masanın üzerine çıkıp kendini masaya uhulaması eylemi. Bana göre de çok saçma olan bu eylemi gerçekleştirdikten sonra programın moderatörü reklam arasında gitti ve reklam arasında üzerinde aktivistin olduğu masanın üst tarafını ayırıp götürdüler (aktivisti de daha sonra masanın üstünü yan çevirerek ayırmışlar). Program reklam arasından sonra kaldığı yerden devam etti:  https://www.ndtv.com/world-news/video-climate-activist-glues-himself-to-table-during-talk-show-3468256

Birlikte zincirlenme teklifi

Size şahsen kendi tecrübelerimden de örnekler vereyim. 90’lı yıllardan beri belli başlı çevre örgütlerine destek veriyorum. İsmi bende kalsın (Filanca Sivil Toplum Kuruluşu yani FSTK diye adlandıracağım), dünya çapında önemli işlere imza atan bir çevre örgütünden 2000’li yılların başında bir gün beni aradılar. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:

– İyi günler. Ben FSTK’dan arıyorum. İsmim “…” Önümüzdeki hafta “…” çevre felaketini protesto için kendimizi “…” köprüsünde zincirleyeceğiz. Siz de bize katılmak ister misiniz?

– Davetiniz için teşekkürler ancak böyle bir eylemin başarıyla sonuçlanacağını düşünmüyorum. Ayrıca bu tip eylemlerin içinde olmayı tercih etmiyorum. Bu çevre felaketini protesto etmenin başka yollarını mı deneseniz acaba? Ya da bu sorunu düzeltecek çözüm önerilerini ön plana alacak eylemler düşünemez misiniz?

– Ne gibi? Burada böyle eylemlerle, karar vericilerin ve halkın dikkatini çekmeye çalışıyoruz.

– Başka yollarla da dikkat çekebilirsiniz. Ayrıca kendinizi “…” köprüsüne zincirlerseniz, tutuklanma olasılığınız yüksek. Hem siz zarar görürsünüz hem de bu çevre davasında asıl yapılması gerekenlerden uzaklaşmış olursunuz.

– Neymiş asıl yapılması gereken?

– Yenilenebilir enerjiyi destekleyecek eylemler yapabilirsiniz. Bu çevre felaketinin sonuçlarını (karbon salınımı gibi) halka duyurmak için ekstra çaba sarf edebilirsiniz.

– Bunlardan bir sonuç çıkmaz.

– Arkasında durursanız çıkar. Neyse ben sizi daha fazla tutmayayım. Çalışmalarınızda başarılar dilerim ancak tekrar etmek isterim: Bu tip sert eylemler sonucunda tam tersi bir tepki alabilirsiniz. Yapılması gerekenleri teşvik edecek odaklanmayla hareket etmenizi son kez tavsiye ederim. Kolay gelsin.

– Teşekkürler, bu yorumlarınızı yönetime de ileteceğim.

Haklıyken haksız algılanmak

Sonuçta bu eylem gerçekleşti ve ne yazık ki kendini köprüye zincirleyen arkadaşların polis tarafından yaka paça gözaltına alındıklarını seyretmek zorunda kaldık. Kamuoyunda oluşan tepki de (o günlerde taksi şoförlerinden tutun da süper market çalışanlarına kadar herkese bu olayı sordum) “Neden bu insanlar böyle saçma sapan şeyler yapıyor? Başka işleri yok mu? Kamu malına zarar veriyorlar. Ben kendini köprüye zincirleyen çocukları mı dinleyeceğim yoksa kredibilitesi olan iş insanı veya politikacıları mı dinleyeceğim?”

Oysa genç arkadaşlar haklıydı. Genç olduklarından dolayı sözlerinin dinlenme sıkıntısını zaten çekiyorlar ama bu eylemle kamuoyunun kendilerini dikkate alıp tepki göstermesini bırakın, tam tersine tepki topladılar ve bu denli önemli bir çevre davasına zarar verdiler.

Saçma bir kömür santrali projesi

Bunun tam tersini de 2010’lu yıllarda yaşadım. Türkiye’nin önemli holdinglerinden biri, Karadeniz’in cennet sahillerinden birine kömür santrali yapacağım diye tutturdu. Bu kömür santralinin ilk lansmanını yaptıkları dönemde ‘Saçmalıyorlar, bu holdingin böyle bir kömür santraline mi ihtiyacı var’ diye kendi kendime hayıflandığımı hatırlıyorum. Aradan çok geçmeden, birkaç ay kadar sonra yine uluslararası bir çevre kuruluşunun Türkiye direktörü olan yakın bir arkadaşım beni bu konuyla ilgili aradı ve aramızda şöyle bir konuşma geçti:

– Serhan, “…” Holding Karadeniz’de çok büyük kapasiteli bir kömür santrali planlıyor. Kömürü de Rusya’dan ithal edeceklermiş. Haberin var mı?

– Gazetelerden okudum.

– Bu konuda büyük protestolar başlayacak haberin olsun. Uluslararası çevre kuruluşları bir yana oranın halkı da böyle bir kömür santralini kendi doğalarını bozacak diye istemiyor. Herkes temas halinde ve ufak ufak protestolar başladı ancak bu iş çok büyüyecek. Senin bu “…” Holding’in patronu “…”ı tanıma şansın var mı? Benim aklıma geldi, belki yol yakınken konuşup vazgeçirtmeyi başarırsın. Bu olaylar onların diğer işlerine de ciddi zarar verir çünkü bu projenin aleyhine hem ulusalda hem de yerelde çok büyük tepki oluştu.

– Tabii ki memnuniyetle konuşurum ama açıkçası vazgeçirebileceğimi pek sanmıyorum. Yine de denerim.

Bu konuyla ilgili şakası olmadığını bildiğim arkadaşıma samimiyetle “denerim” dedikten sonra hakikaten babamın da arkadaşı olan Holding’in sahibi “…”ı aradım. Ailecek tanıştığımız ve şahsen de bana değer verdiği için babamın arkadaşı olan “…” Bey bana 5 gün sonraya randevu verdi.

Yönetim kurulu ve enerji grubu başkanlarıyla görüşmelerim

Görüşmede çok seri bir şekilde konuyu giriş, gelişme ve sonuç düzeni içinde anlattım. Kısaca bu işten vazgeçmeleri gerektiğini, aksi takdirde bırakın enerji işlerini, burada doğacak ortamdan ciddi bir negatif algı oluşup yaptıkları diğer işlerin de zarar göreceğini anlattım. Bu görüşmede samimiyetle iki amacım vardı. Birincisi bu çevre felaketine sebebiyet verecek kömür santralini durdurmak. İkincisi de şahsen sempati beslediğim bu ailenin zarar görmesinin önüne geçmekti. Babamın arkadaşı “…” Bey sağ olsun beni 45 dakika dikkatle dinledi ve sonunda bana teşekkür edip aynı konuşmayı enerji grubu başkanlarıyla da yapmamı rica etti. Onun bu konuda karar verici olduğunu söyleyip beni o kişiye yönlendirdi. Birkaç gün sonra da enerji grubu başkanıyla görüştüm.

Burada sıkıntı şuydu. Holdingin yönetim kurulu başkanının yakın akrabası olan enerji grubunun başındaki kişi “kraldan çok kralcı” tavrındaydı. “Enerji işini ben çok iyi biliyorum” kafasıyla (ki Türkiye’de güneş enerjisini ilk başlatanlardan biri olarak sektörü iyi bilmediğini ve bir vizyonu olmadığını söyleyebilirim) “Bu protestolar önemli değil, bugün var, yarın yok. Türkiye ekonomisine çok önemli katkıda bulunacak bu projeyi biz yapacağız” dedi. Ben de kendisine hem enerji işlerine hem de bütün holdinge büyük zarar vereceğini anlatmaya çalıştım. Kömür santrali yerine güneş ve rüzgar enerjisine odaklanmasını kendisine tavsiye ettim. Söylediklerimi dinlemiyordu bile. Bu sabit fikirli ve yüksek egolu enerji grubu başkanı çoktan kararını vermiş, benimle patronuna ayıp olmasın diye görüştüğü hissiyatını veriyordu.

Yanlış ısrarın yarattığı olumsuz sonuç

Görüşme benim açımdan büyük bir hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Açıkçası olumlu bir sonuç beklemiyordum ama bu kadar sabit fikirli ve kömür santrali konusunda ısrarcı ve ‘her koşulda yapacağız’ diyen bir tavır da beklemiyordum. Görüşmenin ardından Uluslararası STK’nın direktörü olan arkadaşımı aradım ve “Holdingin yönetim kurulu başkanı ve sonrasında enerji grubu başkanıyla görüştüm, olumlu bir sonuç çıkmadı” dedim. Şahsen üzülüyordum çünkü her koşulda birçok kişinin zarar göreceği bir ortam oluşmuştu ve bunu engelleyemedim. STK direktörü arkadaşım da sakin bir ses tonuyla “Onlar bilirler. Bu kömür santralini onlara yaptırmayacağız, ayrıca onların diğer şirketlerinin reputasyonu da ciddi zarar görecek” dedi.

Ve aynen dediği gibi oldu. Kömür santrali aylar süren protestolar sonucunda yapılmadı. Bu protestolara da herkes destek veriyordu. Hepsinden önemlisi protestoları yapan yerel halka bölgesel, yerel, ulusal ve uluslararası STK’ların hepsi destek veriyordu. Hatta bu holdingin ulusal çapta tanınan şirketinin klasik reklam kampanyası ağzıyla gerçekleştirilen protesto kampanyaları sosyal medyada büyük ses getiriyordu. Bu büyük holding bu işten çok büyük zarar gördü ve olaylardan 1-2 sene sonra kuyruklarını kıstırarak bu projeyi iptal ettiklerini kamuoyuna duyurdular. Olan kendi reputasyonlarına oldu. Çünkü hem bu Türkiye çapında sempati duyulan patron hem de tüm Türkiye tarafından tüketilen markaları/ürünleri büyük prestij kaybına uğradı.

Bu olaylar olurken ben de dışarıdan izlemek durumunda kaldım. Vicdanen rahattım. Ben üzerime düşeni fazlasıyla yapmıştım. Sadece “bu beyinsiz yöneticiler yüzünden kendilerini rezil ettiler” diye tepki gösterdiğimi hatırlıyorum.

Farklı platformların birbirine karıştırılması

Çevre eylemleriyle karıştırılan bir başka eylem türü de “hayvansal ürün tüketmemek” üzerine. Bu konuyla çok yerde karşılaşıyorum. Bir gün Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde konuşma yapıyordum. Bütün amfi ful doluydu. İçeride yüzlerce pırıl pırıl öğrenciye yenilenebilir enerji ve iklim değişikliğiyle ilgili konuşma yaparken soru cevap bölümüne geçtik. İçlerinden üniversiteye görece yeni başlamış (1. veya 2. sınıfta) bir öğrenci ilk sözü aldı ve ineklerin çıkardığı gazların iklim değişikliğine en fazla sebep olan unsur olup olmadığını bana sordu ve hayvansal ürün yememenin önemini vurguladı. Ben de kendisine hayvansal ürün yiyip yememenin hayvan hakları açısından tartışılması gereken bir konu olduğunu ancak iklim değişikliğinin birinci ve açık ara en önemli sebebinin enerji ihtiyacımızı fosil yakıtlarla karşılamak olduğunu söyledim (yaptığım sunumun ana hatlarının altını tekrar çizerek anlattım). Öğrenci sazı eline alıp konuşmaya devam etti ve bu tartışmamız yaklaşık 10 dakika sürdü. Bana bir belgeselden bahsetti ve bu belgeseli izlememi ısrarla tavsiye etti. O belgeselde ineklerin çıkardığı gazların (bildiğiniz inek osuruğundan bahsediyor) iklim değişikliğinin birinci sebebi olduğunun söylediğini tekrarladı. Ben de öğrenciye belgeseli izleyeceğimi ancak fikrimin değişmeyeceğini; evlerin, sanayinin, hastanelerin, ofislerin, arabaların, gemilerin, uçakların ve insanların her türlü ihtiyaçları için kullandıkları bütün fosil yakıt bazlı enerjilerin iklim değişikliğinin ana sebebi olduğunu söyledim ve ineklerin çıkardığı gazların da teknolojik olarak bir çaresi olduğunu hatta inek gibi büyükbaş ve küçükbaş hayvanların, tavukların, bitkisel atıklar gibi tüm organik atıkların biyogaz tesislerinde değerlendirilerek enerjiye ve gübreye dönüştürüldüğünü anlattım. İneklerin gazının aslında kıyafet giydirilerek veya özel bir ahır tasarımıyla kullanılıp tekrar enerjiye dönüştürülebileceğini de kendisine ilettim. Çocuğun kafası karıştı, söyleyeceği bir şey kalmadı. Ancak diğer birçok fanatikte gördüğüm o taviz vermez nitelikteki bakış şekliyle söylediklerinde ısrar edip aynı şeyleri bu sefer daha yüksek sesle tekrar etmeye başlayınca diğer öğrenciler müdahale etti ve çocuğu sözlü olarak uyararak susturdular.

Bu konuda daha fazla ve güncel bilgi almak isteyen okuyucularım IEA (International Energy Agency), IRENA (International Renewable Energy Agency) ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Yüksek Seviye Şampiyonları'nın (UN Climate Change High-Level Champions) 2022'de yayınlamış olduğu Çığır Açan Ajanda Raporu (Breakthrough Agenda Report) Breakthrough Agenda Report 2022 – Analysis - IEA linkinden okuyabilir, bu raporun da bir özetini "Ağır sanayinin net sıfıra ulaşmasının 25 yolu" başlıklı Dünya Ekonomik Forumu yazısında okuyabilirsiniz: Heavy industries can get to net zero if they collaborate more | World Economic Forum (weforum.org)

İdealizm ve fanatizmin çelişkili birlikteliği

 Özetle veganların ve vejetaryenlerin kampanyalarında et ve diğer hayvansal ürünleri yememeyi hayvan hakları açısından tartışmamız gerektiğini, ancak bunun iklim değişikliğiyle mücadelede ne kadar önemli olduğu vurgusunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Bence burada iki farklı dava birbirine karıştırılıyor. Eğer ineklerin çıkardığı gazı tartışacaksak o zaman insanların da çıkardığı gazları tartışalım. 8 milyar insan var, nüfus sürekli artıyor. Esas sorun ineklerin çıkardığı gaz mı, yoksa insanların nüfusunun sürekli artması ve dolayısıyla gıda ve enerji ihtiyacının da sürekli artan bir oranda yükselmesi mi? Eğri oturup doğru konuşmak lazım. Ayrıca burada ne veganların hayvansal ürün tüketen insanları ne de hayvansal ürün tüketen insanların veganları yargılamaması gerekir. Hatta tam tersine birbirlerine saygı göstermeliler.

Kendini köprüye zincirleme planı yapıp beni de davet eden aktivist, inek gazına kafayı takmış öğrenci, sanat eserine siyah mürekkep, domates çorbası ve bilumum farklı renkte sıvıyı atan aktivistler, kendini sanat eserlerine ve hatta canlı yayın yapan bir programın masasına yapıştıran aktivistler, hepsinin ortak yanı idealizm fanatizmidir. Yani idealleri ve doğru bildikleri dava adına aşırıya kaçma ve etraflarına zarar verme eğilimlerinin olmasıdır. İdealizm ve fanatizm esasında birbirlerine taban tabana zıt kavramlar olması gerekirken, maalesef ikisinin kombinasyona da sıklıkla rastlayabiliyoruz.

Hayattaki gri bölgelerin önemini anlamak

Hayat ne yazık ki böyle bir şey. Her şey siyah beyaz olmuyor. Değerlendirmelerimizde farklı tonlarda pek çok griyi göz önünde bulundurmamız, doğruları yapabilmek ve yaptırabilmek için de sabırlı olmamız gerekiyor. İdealleri için fanatizm derecesinde işler yapan, aslında çok zeki ve iyi eğitimli olan bu kişileri dönüştürerek topluma ciddi faydalı olmalarını sağlayabiliriz. Bunun için terapi almalarını sağlayıp onların anlayacağı frekansta hayatı anlatmamız gerekiyor. Bunu, beğendikleri ve rol model olarak algılayabilecekleri mentorlarla görüşmelerini sağlayarak gerçekleştirebiliriz.

Bir de tabii dünyada herkese yol gösterecek rol modellerine ihtiyacımız var. Bugün rol modeli olarak ortada dolananların çoğu bana göre işe yaramaz kişiler ve toplumları yanlış yönlendirebiliyorlar. Bu pırıl pırıl gençlerin her anlamda rol modellerine ve mentorlara ihtiyacı var. Bugün içinde yaşadığımız toplum ve ortam bunu yapabilecek kapasitede olan az sayıdaki insanın maalesef tepesine basıp ön plana çıkmalarına engel oluyor. Oysa tam tersine, bu insanların her anlamda desteklenip ön plana çıkmaları sağlanmalıdır.

Bu arada söz konusu sorun sadece Türkiye’nin değil, tüm dünyanın sorunudur.

İlginizi Çekebilir
Yorumlar ( 0 )
Bu yazı hakkında ilk yorumu siz yapın...
Yorumlarınız için