İlk girişimim Hitit Solar

2011 yılının Aralık ayında ilk girişimim Hitit Solar’ı kurup yenilenebilir enerji sektörüne ve girişimcilik dünyasına ilk adımımı atmıştım. Genç girişimci veya girişimci adayları için bir ders niteliğinde olan bu hikâyeyi paylaşmak bugüne nasip oldu. İlgilenenlere duyurulur.

2011 senesinin Temmuz ayında, aile şirketi Süzer Holding’de çalışmaya başlayalı tam 10 sene geçtikten sonra babamın kapısını çaldım. Babama aile şirketinden ayrılıp kendi girişimimi başlatmak istediğimi söylediğimde yüz ifadesini çok net hatırlıyorum. Çok bozulmuştu.

Esasında kendi kendime 10 sene önce verdiğim sözü tutuyordum. 2001 yılında babamla çalışmaya başladığımda (ki bu seçimi kendim yaptım, okuduğum Kanada’da kalabilirdim), kendi kendime eğer aile şirketindeki problemler çözülürse ve her şey yoluna girerse babamla konuşup gerçekten kalbimde olan işleri yapacağım demiştim. O dönem Kentbank olayı patlak verince her şey altüst olmuş, aile şirketimiz batma noktasına gelmişti. Babamın liderliğinde bütün sorunları çok sancılı ve ağır bir süreçte hallettik ve ben de geri planda şirketin yüzdürülmesi için büyük çaba gösteren birkaç yöneticiden biriydim. Sonuçta o gün geldi çattı ve Kentbank’a 11 Temmuz 2001’de el konuldu, ben de askerden hızlıca teskeremi alıp ertesi gün bu mücadelede babamın yanında yer aldım. Detayları “15 yıllık iş hayatım ve geleceğe notlar...” başlıklı blog yazısında kaleme almıştım: https://www.serhansuzer.com/tr/15-yillik-is-hayatim-ve-gelecege-notlar

Aile şirketinde her şey yoluna girmişti. Haksızlığa uğramış olsak da 2007 senesinde TMSF’yle anlaşma imzalamış ve alınan büyük yaralara rağmen özgürlüğümüzü elimize tutarak dikkatimizi bütün diğer şirketlere yöneltmiştik. Ben de 2009 yılında, önce yönetim kuruluna girip sonra CEO’su olduğum KFC ve Pizza Hut Türkiye şirketlerinin başındaydım. Yaptığım işten keyif alıyordum ama artık hayatımda yeni bir sayfa açmanın zamanı gelmişti. Açıkçası kendimi de hayatım boyunca kızarmış tavuk ve pizza satacak bir konumda görmüyordum. Pazarlama kampanyaları, yaptığınız her işin hemen karşılığını görmeniz, ürün geliştirme, evlere servis alanının geliştirilmesi ve yeni lokasyonlarda (özellikle yeni illerde) restoran açmak gibi beni heyecanlandıran birçok iş yapıyordum. Ancak gönlüm sürdürülebilirlik alanındaydı.

Yenilenebilir enerjinin cazibesi ve riskler

Üniversite yıllarımdan beri özel ilgi alanım yenilenebilir enerjiydi. Özellikle güneş enerjisi beni çok cezbediyordu. 2010 yılında kendi kendime verdiğim sözü düşünmeye başlamıştım. Her şeyin yolunda gittiği ve her türlü imkânımın olduğu bir ortamdan ayrılıp kendi işimi kurmak birçoğuna delilik gibi görünüyordu. Bu fikrimi yavaş yavaş yakın çevreme açmaya başladım. Benimle aynı fikirde olan pek yok gibiydi. Tabii herkes benim iyiliğimi düşünüyordu. Genel kanı şu şekildeydi: “Aman Serhan, böyle bir ortamda aile şirketinden ayrılıp nasıl böyle bir maceraya atılacaksın? Çok problem yaşarsın. Sakın böyle bir hata yapma.”

2010 yılında hayatımın genel gidişatı hakkında düşünürken bir sene sonra yapacağım hamleyi planlıyordum. Girişimcilik iyi güzel de, hangi sektörde hangi işi yapacaktım? Hangi sektör diye düşünmem açıkçası çok zamanımı almadı. Bir liste hazırladım ve listenin en başına beni gerçekten heyecanlandıran güneş enerjisini yazdım. Ondan sonra da gözüm hiçbir işi görmez oldu. Bir yandan kızarmış tavuk ve pizza satarken, uykumda güneş enerjisini sayıklıyordum adeta.

Güneş enerjisi iyi güzel de, güneş enerjisiyle ilgili ne yapacaktım? Sonuçta deniz derya bir sektör. Farklı teknolojiler var. Farklı teknolojiler için farklı iş modelleri var. Nereden başlayacaktım?

Bu sorunun cevabını verebilmek için işe profesyonel bir danışman almaya karar verdim. Kimseye söylemeden daha önce bana iş başvurusunda bulunmuş ve CV’sini beğendiğim bir kişiyi danışman olarak tuttum. Kendi yoğun rutin işlerimin yanında danışmandan “Güneş enerjisinin neresinden başlamalıyım?” temalı, sonuç odaklı bir araştırma raporu hazırlamasını istedim. Eğer her şey yolunda gitseydi bu çalıştığım danışmanı uzun vadede yeni kuracağımız güneş enerjisi şirketinde yönetici olarak işe alacaktım.

Önemli bir yol ayrımı

Rapor tam gaz hazırlanıyordu. Danışmanla her günün belli saatlerinde görüşüp doğru yönü belirlemeye çalışıyorduk. Bir yandan da kendi rutin işlerimi götürüyordum. Tam bu dönemde yolum finansal danışmanlık yapan Barış Öney’le kesişti. Hatırladığım kadarıyla bir yerde karşılaşmış, kendisine güneş enerjisine girmek istediğimi söylemiş ve yaptığım çalışmalarla ilgili kısaca bilgi vermiştim. O da bana güneş enerjisiyle ilgili teknoloji geliştiren birini tanıdığını onunla beni tanıştırabileceğini söyledi.

Açıkçası yol ayırımındaydım. Genel olarak güneş ışımasından elektrik üretebilirsiniz veya ısı/buhar üretebilirsiniz (bu açıklamayı sektörü bilmeyenler için yapıyorum). Her ikisinin de teknolojileri farklı. Elektrik üreten teknolojiye PV (Photovoltaic veya Türkçe yazılımıyla Fotovoltaik), ısı üreten teknolojiye de CSP (Concentrating/Concentrated Solar Power veya Türkçesi Yoğunlaştırılmış Güneş Enerjisi) deniliyor. Ben de tam o dönemde PV’den mi başlasam CSP’den mi başlasam diye karar vermeye çalışıyordum. 2011 yılında CSP daha ön plandaydı ancak PV de hızla gelişme kaydeden bir teknoloji konumundaydı.

Barış Öney beni danışmanlık işlerinin bir parçası olarak Oğuz Çapan’la tanıştırdı. Onunla eski dostlukları varmış ve Oğuz Çapan yaptığı teknoloji geliştirmesine yatırımcı arıyormuş. Barış Öney, benim profesyonel hayatı bırakıp girişimciliğe hem de güneş enerjisi alanında girmek istediğimi öğrenince kafasında eşleştirip sonrasında bizi tanıştırdı.

Oğuz Çapan yaşı 60’larda, aslen emekli bir petrol mühendisiydi. Uzun yıllar petrol şirketleri adına petrolün çıkarılması zor olan bölgelerde çalışmış, karmaşık sorunlara pratik çözümler getirmesiyle tanınan başarılı bir teknik adamdı. Emekli olduktan sonra ‘Bundan sonra ne yapabilirim?’ diye bakınırken CSP’yi keşfedip, CSP’nin ısı ve buhar üreten tekniğinin petrol mühendisliğinin pratik çözümleriyle harmanlandığında daha verimli sonuçlar elde edileceğini kafasında kurgulayan ve bunu bizzat uygulayan biriydi.

CSP’de uygulanan farklı teknolojiler

CSP’yi bilenler bilir. Farklı teknolojiler vardır. En çok bilineni Parabolic Trough (Parabolik Oluk), özellikle Amerika’da popülerleşmiş Tower (Kule), Linear Fresnel ve Parabolic Dish (Parabolik Çanak) veya sektörde bilinen adıyla Stirling Engine. Kafanızda canlandırmanız için bu teknolojilerin illüstrasyonlarını aşağıda paylaşıyorum:

Normalde Parabolic Trough teknolojisinde ısı sektörde HTF (“Heat Transfer Fluid” yani “Isıyı Taşıyan Akışkan”) diye adlandırılan sentetik bir yağla taşınırdı. Yani Parabolic Trough’da, gördüğünüz konkav şeklindeki aynaların yansıtma odağından geçen özel alaşımlı bir boru (receiver) güneş ışımasıyla ısıtılır, bu borunun içinden de HTF geçerdi. Bu ısı 500 dereceye kadar ulaşır, daha sonra bu HTF, suyla temas edince ortaya yüksek basınçta ve ısıda buhar çıkardı. Umarım karışık anlatmamışımdır.

Oğuz Çapan’ın yaptığı en önemli geliştirme ise bu HTF yerine direkt su geçirip suyun ısısını kollektör zincirinin sonunda 500 dereceye kadar çıkarabilmesiydi. Tabii bu kadar ısınan su kollektör zincirinin sonunda yüksek basınçta ve ısıda buhar olarak çıkıyordu. Buna sektörde “Direct Steam Generation” (Direkt Isı Üretimi) deniliyordu. Ayrıca CSP mekanizmasında da bir yeniliğe imza atmıştı. Kollektörlerin kendi ekseni etrafında dönebilme yetisi sayesinde sistemi hafifleştirmeyi başarmıştı Oğuz Çapan.

Verdiğim karar ve babamla görüşmem

Ben de tüm bu detaylara hâkim olduktan sonra, teknoloji geliştirme tutkumun da beni dürtmesiyle kendi kendime ‘Tamamdır, aradığım işi buldum. İşin içinde hem güneş enerjisi hem de teknoloji geliştirme var. Risk var ama bu işin de potansiyeli var’ demiştim. Tüm bunlar kafamda netleştikten sonra babamla görüşme talep ettim.

12 Temmuz 2011 tarihinde babamla görüşmeye gittiğimde kafamda neler konuşacağımı az çok netleştirmiştim. Babamla aramızda şöyle bir konuşma geçti:

- Baba, 10 sene boyunca elimden geldiğince sana ve ailemize hizmet etmeye çalıştım. Artık kendime verdiğim sözü tutmanın vakti geldi.
- Ne sözü?
- Bundan tam 10 sene önce senin şirketinde işe başladığımda, kendi kendime eğer Kentbank süreçleri çözülürse, her şey yoluna girerse gerçekten kalbimde olan bir konuda kendi girişimimi başlatacağım demiştim. Bugün itibariyle yaşadığımız büyük talihsizlik olan Kentbank’a el konma sürecinin üzerinden tam 10 yıl geçti ve biz büyük zarar da görsek yine de hatırı sayılır işleri elimizde tutmayı başardık. İşlerde de her şey yoluna girdi. Sorumlusu olduğum KFC ve Pizza Hut şirketleri sağlıklı bir şekilde büyüyor. Şirketleri istersen büyütmeye devam edebilirsin, istersen de satıp ciddi nakit elde edebilirsin. Bundan sonra bana ihtiyacın kalmadı. O yüzden iznini isteyeceğim. Bundan sonra gerçekten kalbimde olan bir işi yapmak istiyorum.
- Ne yapmak istiyorsun?
- Güneş Enerjisi.
- Güneş Enerjisi Türkiye’de var mı?
- Henüz pek yok. Benim yapmak istediğim işin primitif bir versiyonu olan su ısıtıcıları var.
- Su ısıtıcıları mı satmak istiyorsun?
- Tam olarak öyle değil. Suyu 500 dereceye kadar ısıtıp yüksek basınçlı ve ısılı buhar elde ediyorsun. Daha sonra bunu buhar türbinine bağlayıp elektrik üretiyorsun. Şu anda ticarileştirilmeye çalışılan bir teknoloji var. Şansımı bu alanda denemek istiyorum.
- Hiçbir yerde senin bu bahsettiğin teknolojiden görmüyorum.
- Özellikle ABD’de bu sistemler var. En önemli özelliği ısı depolama sayesinde günün 24 saati elektrik üretebiliyorsun.
- Oğlum, başımıza iş çıkarma…


Bundan sonraki konuşmalar bende kalsın. Özel konular diyelim ve geçelim.

Sonuç olarak babam tabii ki ikna olmadı. Bu görüşmeler temmuz ayından kasım ayına kadar sürdü. Babam istemeyerek de olsa sanırım benim kararlı olduğumu gördüğü için talebimi sonunda kabul etti ve ay sonu itibariyle KFC ve Pizza Hut Türkiye şirketinden ayrılmama izin verdi. İzin vermenin ötesinde, sağ olsun, bana aile şirketinden borç verdiler. Ben de aldığım bu borcu yeni kurulan CSP şirketine sermaye olarak koydum.



Ve Hitit Solar yola çıkıyor…

Kasım 2011 tarihinde KFC & Pizza Hut Türkiye şirketindeki son işim olan Yum International içerisindeki ilk yeşil restoranı, KFC Bostancı’yı açtım ve sonrasında şirketten ayrıldım. Çatısında güneş enerji sistemi (PV), mutfakta ve tuvaletlerde asgari su kullanımı gibi özellikleri olan bu restoran Yum International içerisindeki ilk yeşil restoran olarak kayıtlara geçti. Bu konudaki yazımı https://www.serhansuzer.com/tr/gida-perakendesinde-enerji-ve-su-verimliligi linkinden okuyabilirsiniz.

Kasım ayının sonunda şirketten ayrıldıktan sonra 5 Aralık 2011 tarihinde Hitit Solar’ı Oğuz Çapan’la birlikte kurduk. Anlaşmamıza göre %50-50 ortaklık yaptık. Ben sermayeyi koydum, o da teknolojiyi ve bütün patent haklarını yeni şirkete koydu. Tabii son anda bir sürpriz yaptı ve kendi payından %5’i Barış Öney’e hediye hisse olarak verdi. Barış Öney benden aldığı danışmanlık ücretine ek olarak Oğuz Çapan’dan hediye hisse almış oldu. Normalde şirket için teknik know-how’ı olan kritik profesyonellere bu tip hisseler verilir. Şirket için hiçbir faydası olmayan, şirkete dahi yaşam süresi boyunca 1 kez gelerek finansal danışmanlık yapan birine böyle bir hediye hisse vermek stratejik olarak hataydı. Gelecek yıllarda bunun hata olduğunu Oğuz Bey de kabul edecekti.

ABD açılımı ve başarılı test çalışmaları

Gelelim Hitit Solar’ın ilk kuruluş yılına. Hitit Solar’ı Aralık 2011’de kurup içine de bütün patentleri koyup çalışmaya başladık. Hedefimiz başlangıçta bu teknolojiyi kıymet gördüğü Amerika’ya götürmek ve orada planlanan büyük çaplı CSP santrallerinin arasında yerimizi almaktı. Bunun için Amerika’da yenilenebilir enerji alanında en üst merci olan NREL (National Renewable Energy Laboratory) ile temasa geçtik. Oğuz Bey’in oradan bağlantıları sayesinde görüşme organize ettik. Amerika’nın yolunu tuttuk.

NREL’deki toplantı gayet başarılı geçti. Denver’da havalimanının yakınındaki test alanlarında bize yer verebileceklerini söyleyince çok mutlu olduk. CSP sektörünün en büyüğü Abengoa gibi devlerin bulunduğu bir yerde kendi kollektörümüzü kurup test yaptırabilecek ve hatta tasdik alabilecektik.

NREL’in önerdiği test alanında sistemi kurmadan önce Türkiye’de bir kurulum gerçekleştirip kendimizin test etmesi gerekiyordu. Bu denemeyi de başarıyla tamamladık. Kollektör sistemi başarılı çalışıyordu. Herkes mutluydu.

Türkiye'de yaptığımız deneme kurulumlarından bir kare. Buradaki Türk Ekip gece gündüz demeden 1 hafta içinde kollektörü kurmuştu. Sonuçlar beklediğimizden daha iyi çıktı. 

Bu deneme kurulumundan sonra bir de kendi üniversitelerimize faydamız olsun diye Ege Üniversitesi Güneş Enerji Enstitüsü’nün bahçesine bir kollektörümüzü öğrencileri motive etme amaçlı kurduk. Tabii o kollektörümüz de İzmir’de aslanlar gibi çalışıyordu.

Teknoloji tercihine dair ekonomik kuşkularım

Ancak o dönemde detayları incelediğimde içime bir kurt düştü. Teknik olarak çalışan bir sistem ekonomik olarak ne kadar kendi ayaklarının üzerinde durabilecekti? Sürdürülebilir miydi? Kafamda yüzlerce sorunun cevabını bulmaya çalışıyordum.

Burada en önemli sorunlardan biri de PV sektörünün hızlı düşen maliyetleriydi. Model olarak kurduğumuz parabolik oluk sistemiyle suyu direkt ısıtıp 500 C’ye kadar getirdikten sonra kollektör zincirinin sonunda yüksek ısı ve basınçlı buhar çıkarmayı başarmıştık. Bu buharı buhar türbinine verdiğinizde elektrik üretebiliyorsunuz. Tabii bir de PV’yi düşünelim. Güneş hücresinde elektronların hareketinden direkt elektrik üretebiliyorsunuz. Zaten o dönemde PV-CSP arasında oluşmuş elektrik üretme birim maliyeti 1’e 3’ken aradaki makas giderek açılıyordu.

Bunları Oğuz Bey’le konuştuğumda genel tavrı bu sorunu görmezden gelmek ve konuyu değiştirmek oluyordu. Durumun birkaç ay içinde farkına varan ben şirkete yatırım yaptıktan 8 ay sonra Oğuz Bey’i bu sefer karşıma alıp ciddi ciddi konuşmaya karar verdim. Çünkü bu teknolojiyle ısı ve buharı üretiyorduk ama maliyet hesabı fazla geliyordu. İyileştirmelerle bir noktaya çekebilirdik ancak bir de işin içine buhar türbini ve dolaylı elektrik üretimi girdiğinde bizim ticarileşme üzerine çaba gösterdiğimiz Hitit Solar teknolojisinin astarı yüzünden pahalıya geliyordu. Bu konuşma şöyle geçti:

Odaklanılması gereken elektrik değil ısı

- Oğuz Bey, bu maliyetlerle PV sektörüyle başa çıkmamızın imkânı yok.
- Biz de maliyetleri düşürebiliriz.
- Düşürebiliriz ama PV sektörü kadar düşüremiyoruz. Adamlar fiyatlarını neredeyse senede %70  indiriyorlar. Bizim bununla başa çıkmamız mümkün değil. Bir kere güneş ışımasından direkt elektrik üretiyorlar.* Bizse dolaylı elektrik üretiyoruz.
- Ama elektriğin depolaması ısı depolaması kadar verimli değil. Biz erimiş tuzda ısı depolayıp günün 24 saati elektrik üretebiliyoruz.
- Erimiş tuzda ısı depolayıp daha sonra bunu suyla birleştirip buhar elde ederek buhar türbini aracılığıyla elektrik üretmek ekstra dolaylı bir yol. Ne kadar başarılı olursa olsun araya ekstra katmanlar girince maliyetlerimiz iyiden iyiye şişiyor.
- Dünya çok farklı yere gidiyor. Artık herkes solar’a dönecek.
- Evet katılıyorum, solar’a dönecek ama hangi solar? Bence bu PV olacak.
- Katılmıyorum. Bizim teknolojinin de avantajları var.
- Evet, belki avantajları olabilir ama bunu optimum kullanmıyoruz bence.
- Neden?
- Çünkü biz sürekli elektrik üretmeye odaklıyız. Oysa bizim esas ürünümüze odaklanmamız gerekiyor. O da elektrik değil, ısı.
- Eee ne yapacağız o zaman?
- Bir CSP santrali kurmanın maliyeti milyar dolar düzeyinde. Bizim böyle bir finansmanımız yok. O zaman sürekli gelir getirebilecek modeller üzerinde konuşmamız gerekiyor.
- Ne olabilir?
- Biz bu kurduğumuz parabolik oluk kollektörlerini küçültüp daha kompakt ve maliyeti düşük hale getirebilirsek, ısı üretimini direkt satışa çevirebiliriz. Örneğin fabrikaların ısı ihtiyacı gibi. Bazı sektörlerin üretim süreçlerinde bu ısıya ihtiyaçları var. Tekstil sektörü bunlardan biri. Yani kollektörlerimizi direkt fabrikaya satacağız, fabrikanın bahçesine küçük bir CSP santrali kuracağız ve güneşten ısı üretmelerini sağlayıp doğalgaz vs. gibi fosil yakıtlardan tasarruf etmelerini sağlayacağız. Bunun hemen rakamsal boyutunu hesaplayabilirler ve ödeme süresi makul bir yerde çıkarsa ürünümüzü satın almak isteyebilirler. Bir başka model de jeotermal santrallerini hibritleyebiliriz. Bu kollektörleri jeotermal santrallerinin yanına kurarız, o santralin hem verimini hem de kurulu kapasitesini artırırız. Bir de aklıma gelen üçüncü model senin hep bahsettiğin EOR modeli. Eski petrolcü olduğun için EOR’ın ayaklarının üzerinden bir model olabileceğini ve hatta petrolcülerin maliyetleri çok kafaya takmadan satın alma yapabileceğini söylüyordun
(bu arada konuya hâkim olmayanlar için EOR “Enhanced Oil Recovery” teriminin baş harflerinden oluşuyor. EOR sistemiyle güneş ışımasından elde edilen ısının yer altına basılması ve yer altında en ince damarlara kadar girmiş petrolün bu ısıtma yöntemiyle çıkarılması anlamına geliyor).
- Evet, açıkçası bunların içinde beni en çok EOR heyecanlandırıyor. Çünkü bütün süreçlere hâkimim. Ama benim bu işteki vizyonum farklı.
- Bir deneyelim istersen. Şu kollektörü daha küçültüp sadeleştirip üretilen ısıdan direkt faydalanma modeli üzerine çalışalım. Bence bu modeli oturtabilirsek burada bir şansımız var, aksi takdirde bir gıdım yol alamayız.


Yeni bir yol ayrımına doğru

 Uzun uzun konuşmalardan sonra Oğuz Bey’i ikna etmeyi başardım. Ertesi hafta kollektörde ne değişiklik yapabileceğimizi konuşmaya başlamıştık bile. Çok mutluydum. Sonunda ters giden ve sürekli nakit yakan işlerimizi yoluna koymak için bir yol bulmuştum. 2 aylık çalışmanın sonunda yeni model kollektörümüz iyiden iyiye ortaya çıkmıştı. Çizimleri tamamlanmış, sıra üretime gelmişti.

Tam o aşamada bir sabah Oğuz Bey ofise hışımla girdi, direkt benim yanıma geldi ve acilen konuşmamız gerektiğini söyledi.

Ben de hay hay diyerek toplantı odasına geçtim. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:

- Serhan, bu konuda çok düşündüm ve karar verdim, ben bu yeni iş modelinde çalışmak istemiyorum.
- Neden?
- Benim hayalim ve vizyonum bu değil. İnanmadığım işe devam etmek bana anlamsız geliyor.
- Peki bu CSP enerji santralleri için finansmanı nereden bulacağız? Bu santrallerin her biri milyar dolarlık. Kimse kendini her açıdan tam olarak ispatlamamış bir teknolojiye milyar dolarlık yatırım yapmaz.
- Ben kendimizi ispat edebileceğimizi ve sonrasında çok güzel şeylerin olabileceğini düşünüyorum.
- Bu hayal kurmaktan öteye gitmez. Gerçekten bu kafa yapısıyla gidersek duvara toslarız.
- Katılmıyorum. Bence şu anda çok iyi bir yerdeyiz.
- Değiliz. Daha yolun çok başındayız ve şimdiden paramızın önemli bir kısmını tükettik. Böyle gidersek yakın bir zaman içinde duvara toslarız ve tosladığımızda da ben bu geminin içinde olmak istemem.
- Tamam, ayrıl o zaman.
- Hayatımda ilk defa aile şirketini bırakıp böyle bir girişime başladım, tüm parayı da bu şirkete gömdüm. Öyle parmağını şıklatıp ayrılmakla olmuyor bu işler. Hissemi zarar yapmadan satıp çıkmam gerekiyor.
- Tamamdır, o zaman şirkete yeni yatırımcı bulalım, sen de hisseni ona sat.
- O zaman olur. Yatırımcıyı nasıl bulacağımızı konuşalım.


Yatırımcı ararken geliştirilen network

Sonrasında yatırımcı bulmak için çaba göstermeye başladık. O dönemde Suudi Arabistan’da 110 milyar dolarlık güneş enerjisi projeleri deklare edildi. Bunun %60’ı CSP, %40’ı da PV’den oluşturuyordu. Bu durum benim hisselerimi satmam için doğru bir ortam sağlıyordu.

Hitit Solar döneminde çok dolaştık. Amerika, Hindistan, Suudi Arabistan, BAE, Almanya iş için gittiğimiz ülkelerden birkaçıydı. Hemen potansiyel birkaç yatırımcı adayıyla temasa geçtik. Bu kişiler bizim 1 yıl için görüştüğümüz onlarca kişi arasındaydılar. Onlara lafı hiç uzatmadan hissemi satışa çıkardığımı ilettim. Detaylara indik, hatta bazılarını bizzat ziyaret ettim ancak bir sonuç elde edemedik. 3 aylık uğraşlar ve 10’a yakın görüşme sonucunda elde var sıfır pozisyonundaydık. Şirket ciddi nakit yakmaya devam ediyor ve ben de şirketten çıkmak için açıkçası sabırsızlanıyordum. Bu dönemde proaktif bir kişilik olarak PV firmamı da kurdum ki zamanı geldiğinde hazır olabileyim. PV şirketini 2012 senesinde kurduktan sonra pasif bir şekilde beklemeye koyuldum. Ama asıl halletmem gereken şey, Hitit Solar’daki hissemi zarar etmeden satmaktı.

O dönemde görüştüğümüz kişiler arasında Oğuz Bey’in aklına biri daha geldi. Önceden de tanıdığı Suudi Arap bir işadamı teknolojiye çok meraklıydı, bir de en önemlisi son görüşmemizde bu 110 milyar dolarlık ihaleye girmek istediğini Oğuz Bey’e söylemişti. Oğuz Bey bana bu bilgiyi aktardığında kendisine o zaman hemen temasa geçelim diye reaksiyon gösterdim. O da Suudi Arap iş insanını aradı ve uzun bir sohbetin ardından konuyu ona açtı. Adam pozitif reaksiyon gösterdi. Hatta detaylı görüşmek üzere bizi Suudi Arabistan’a daha davet etti.

Suudi yatırımcıyla olumlu görüşmeler

Ertesi hafta Suudi Arabistan yolculuğu için hazırlıklarımızı tamamlayıp yola koyulmuştuk. Görüşmemiz de çok olumlu geçti. Şirketle ilgili tüm detayları konuştuk. “Neden hisseni satmak istiyorsun?” sorusu geldiğinde kendisine bunun nedenlerini tüm açıklığıyla anlattım: Büyük santral kurma modeline inanmadığımı, CSP’yi dağıtık sisteme odaklayıp esas ürünümüz olan ısıya yönelmemiz gerektiğini, elektrik üretimi konusunda PV’yle rekabetin mümkün olmadığını ve bu konuda Oğuz Bey’le fikir birliğimizin olmadığını, o yüzden de satmak istediğimi söyledim. Onun tepkisi beklediğim gibi olmuş, “Büyük santral kurmak bizim için problem değil, hatta bu teknolojiyle bu büyük güneş enerjisi ihalesine dahi girebiliriz” demişti.

Söz hisse fiyatını konuşmaya geldiğinde ben aklımdaki rakamı kendisine söyledim, o da kendi aklındaki fiyatı söyledi. Lafı çok uzatmadık, arada çok büyük bir fark yoktu. Ben istediği indirimi verdim, ilk teklif ettiği fiyattan biraz daha yukarısına anlaştık. Bu satıştan kâr ediyordum. Açıkçası mutluydum.

Bir çuval inciri mahvedebilecek sürpriz

Fakat İstanbul’a döndüğümüzde hiç beklemediğim bir yerden darbe yedik. Barış Öney’e bu durumu Oğuz Bey anlattı. “Serhan hisselerini satıyor, bilgin olsun” dedikten sonra kıyamet koptu. Barış Öney hiçbir yetkisi olmamasına ve hisselerini Oğuz Çapan’dan bedava almış olmasına rağmen Oğuz Bey’e önce “Benim haberim olmadan nasıl bu satışı yapıyorsunuz?” şeklinde hesap sormaya kalktı. Oğuz Bey de ona “Senin haberin var işte, şimdi sana söylüyorum, Serhan şirketten çıkıyor” dedi. Bunun üzerine “Benim iznim olmadan bu satışı yapamazsınız” diye çok sert mesajlar attı. Sonra Oğuz Bey’in satın alacak kişinin ismini söylemesiyle araştırma yapıp Suudi iş insanının e-mail adresini buldu ve ona “Ben şirketin ortağı Barış Öney. Benim iznim olmadan bu satış yapılıyor, bu satışı onaylamıyorum. Serhan Süzer satış yapacaksa ancak benim iznimle olur” tarzında mesajlar attı. Hatta tehditkâr bir şekilde avukatını devreye soktu. Avukatından ihtar çektirtti.

Açıkçası bu durumu öğrendiğimde beynimden vurulmuşa döndüm. Çünkü şirkette olmaması gereken biri, tamamen Oğuz Bey’in jestiyle %5 hisse almış ve bu hisseyle bize diklenip başarılı bir çıkışı engelleme yoluna girmişti. Hiçbir hakkı yoktu ama bilirsiniz, finans kökenli kişiler bazen bu işleri hesaplı kitaplı bir şekilde yaparlar. Ancak filin camcı dükkânına girdiği gibi ortalığı dağıttığının farkında değildi. Çünkü bu satış ihtimalinin kopmasıyla belki de tamir edilemez zararlar görecektik hepimiz.

Sonunda süreç tatlıya bağlanıyor

Hiç unutmuyorum bu olaylar patlak verdiğinde Kosta Rika’daydım. Oradan Barış’a çok sert bir e-mail attım. Aklıma ne geldiyse yazmıştım. Artık umurumda değildi çünkü Suudi iş insanını bu işten soğutan bu hareketler sabrımı taşırmıştı. Sonra da Suudi iş insanını arayıp olayları Oğuz Bey’le birlikte açıkladık. O da bu hareketlere bir anlam verememişti. “Eğer o da hissesini satmak istiyorsa bunun yolu bu değildir, isterse bana gelir benzer fiyattan onun hissesini de satın alabilirim” demişti. Allah’tan adam durumu net görmüş ve son derece dengeli bir reaksiyon göstermişti.

Sonra Suudi iş insanının verdiği karara göre Oğuz Bey Barış’a şu mesajı iletti: “Sakın bir daha böyle mesajlar ve tehditler savurma, olacak işi engelliyorsun. Suudi iş insanıyla konuştuk, önce Serhan’ın hissesini alacak, o bittikten sonra seninle masaya oturacak.

Suudi iş insanının bu satıştan vazgeçmemiş olması, benim çok sert tepki göstermiş olmam ve Oğuz Bey’in doğru iletişimi bu satışı kurtardı. Sonunda Barış Öney sessiz kaldı, benim satış gerçekleşti. Bu satışın hemen ardından EkoRE firmalarını aktif hale getirmiştim. Mükemmel bir zamanlamaydı çünkü lisanssız projeler başlıyordu.

Bu yazımın potansiyel genç girişimcilere faydalı olması açısından Hitit Solar girişimimde yaptığım hataları ve doğruları sizinle paylaşmak isterim. Umarım gençler bu bilgilerden faydalanırlar:

Yaptığım hatalar

1) Yanlış danışman: Güneş enerjisine girerken tuttuğum danışman yanlış biriydi. Güneş enerjisi konusunda deneyimi yoktu. Dolayısıyla “CSP’ye girelim, gelecek burada” şeklindeki raporu baştan aşağı yanlıştı ve beni de yanlış yönlendirdi. Hitit Solar’da kendisine de bir yönetici rolü belirlemiştik. Ancak hiç unutmam, ortaklığı kutlamak için hep beraber bir Galatasaray maçına gitmiştik. Orada, şimdi tam olarak hatırlamıyorum ama eşiyle ilgili bir olay oldu ve o çok dingin ve dengeli adam gitti, bir anda bağırıp çağıran ve etrafı suçlayan bir adam çıktı ortaya. Tüm ortaklar oradaydı, hepimiz şoke olmuştuk ve adamın o halini görünce birbirimize “Bu iş olmaz” dedik. Ben de ertesi gün kendisiyle yolumuza devam etmeyeceğimizi bildirmiştim.

2) Doğru sektöre yanlış adım: Güneş enerjisi çok doğru bir sektördü. Ancak PV yerine CSP’yle giriş yaptım. Bu yanlışım çok ciddi para batırıp motivasyonumu da sıfırlayabilirdi. Şansım yaver gitti ve doğru zamanda çıkış yaparak yoluma devam ettim. Sektöre girmeden önce daha fazla yerden görüş almam ve know-how’ımı geliştirmiş olmam gerekiyordu. Acele ettim.

3) Hediye hissenin gereksiz birine verilmesi: Bu benim hatam değil, Oğuz Bey’in hatasıydı. Hatta daha sonra hata yaptığını da bana bizzat itiraf etmiş ve üzgün olduğunu söylemişti. Oğuz Bey genel olarak iyi biriydi, bazı olaylarda konulara naif yaklaşıyordu. Aşırı ısrarcılığı ve esnek olamaması zayıf tarafıydı, onu da idare etmeye çalışıyordum. Hakkını yiyemem, satış döneminde bana elinden gelen desteği verdi, sağ olsun zarar görmemi istemiyordu, başarılı da olduk.

Uzun lafın kısası şirkette birine bedava hisse verecekseniz o kişinin o şirketin geleceği için çok önemli bir anahtar pozisyonunun olması gerekiyor bence. Aksi takdirde bu kişiler bir de hazımsızlarsa kendilerini patron pozisyonunda görüp kraldan fazla kralcı davranış şekline girebiliyor, ayak bağı olabiliyor, hatta sizin stratejik hamlelerinizi engelleyebiliyorlar. O yüzden bu tip hisse olaylarını ciddi emeği olan, teknik know-how’ı yüksek kişiler için düşünün, aksini düşünmeyin derim.

4) İş planının hazırlanması: Hitit Solar’a girmeden önce iş planı hazırlamıştık ama bence yeterli bir plan değildi. Şirkete ilk yatırımdan son çıkışımıza kadar (exit plan) her şeyi çok daha detaylı planlamış olmamız gerekiyordu. Bizse daha basit ve esnek bir iş planıyla bu işe girdik. Bir de varsayımlarımız eksik bilgimizden dolayı yanlıştı. O yüzden CSP sektöründen giriş yapmış oldum. Doğru değildi, kervan yolda düzülür misali birçok şeyi düzelterek ve ekleyerek yolumuza devam ettik. Kimi zaman zorlandık. Allah’tan sonu iyi bitti.

Yaptığım doğrular

1) Öngörü: Sektöre yeni girmiş olmama rağmen kısa bir süre içinde CSP sektöründeki ana sorunu tespit etmiştim. CSP sektöründe uzun süre çalışmış olanlar bile hâlâ yaptıkları yanlışta ısrar ediyorlardı. O da elektrik üretmeye çalışmaktı. Oysa ana ürünleri ısıydı. Isıya odaklı iş modeli üzerinde durmaları ve PV’yle rekabet etmemeleri gerekiyordu. Nitekim sektör dinamikleri taşları yerine oturttu. CSP sektörü büyük santral yatırımlarını durdurdu, herkes PV’ye yöneldi, CSP’nin ısı odaklı ve dağıtık sistem iş modelleri daha görünür oldu.

2) Network: Hitit Solar döneminde çok seyahat ettik. Bu doğru bir yaklaşımdı çünkü çok dolaşıp network’ümüzü geliştirmiş olduk. Hisselerimi satacağım dönemde hatırı sayılır bir network’ün içinde olduğumuz için kendi yatırımcımızı kendimiz bulabildik.

3) Esneklik: Çok zaman geçmeden yaptığım hatanın farkına varıp kabullenerek vakit kaybetmeden doğru yola girebilmek için hamleleri yaptım. Önce modelimizi değiştirmeye kalktım, şirketin teknik ortağı Oğuz Bey itiraz ettikten sonra da hızlı bir şekilde şirketten hissemi satıp çıkmaya karar verdim. Bu hamleler doğruydu ve bu esneklik sayesinde yoluma istediğim yerden devam edebildim.

4) Zamanlama: 2013 senesinde hissemi satıp PV sektörüne giriş yapmam çok doğru bir hamleydi. Lisanssız projeler 2013 yılında başladı ve ben de tam zamanında sektöre giriş yaptım. Vizyonum doğruydu ve bu dönemde zamanlamayı da oturtabildim.

Umarım bu yazdıklarım faydalı olmuştur. Yaşadığım tüm acı ve tatlı deneyimler sonucunda genç girişimci adaylarımıza sürdürülebilirlik alanında bir şeyler yapmalarını tavsiye ederim. Çünkü hem sektörün ciddi potansiyeli ve sürekli büyüyen bir ivmesi var, hem de insanlık adına faydalı işlere imza atmanın gururunu taşıyabilirler.

*Bu arada bilmeyenler için hemen yazayım; CSP ve PV’nin güneş ışıması farklı. CSP için Direct Normal Irradiance, PV için de Global Horizontal Irradiance gerekiyor. Yani güneşten tek bir tip ışıma çıkmıyor. Bu ışımaların kimi ısı çıkartıyor, kimi de elektrik üretimini sağlıyor. Her ikisinin de güneş haritalarını bulmanız mümkün.

İlginizi Çekebilir
Yorumlar ( 0 )
Bu yazı hakkında ilk yorumu siz yapın...
Yorumlarınız için