Aşıyı bulan çift Türkiye şartlarında çalışsa neler olurdu?

Geçen hafta harika bir haber aldık. 2020’de herkesin kâbusu olan Covid-19 pandemisinin nihayet sonunu getirecek aşı haberleri medyaya yansıdı. İşin ilginç tarafı, herkesin mühendisliklerine ve ürettiği teknolojilere güvendiği Almanya’dan çıkan BioNTech şirketinin, aileleri Türkiye'den Almanya'ya göçmüş Özlem Türeci ve Uğur Şahin tarafından kurulmuş olmasıydı. Bu yazımda inanılmaz bir başarıya imza atmış olan çiftin “aynı çalışmaları Türkiye’de yapmaya kalksalardı başlarına neler gelirdi?” senaryosunu size anlatacağım.  

Bu muhteşem haber beni geçen hafta keyiflendirdi. Küresel bir salgın haline gelen ve milyonlarca can alan Covid-19 salgınına son verecek aşıyı bulan çift olarak gösterilen Özlem Türeci ve Uğur Şahin’i önce daha yakından tanıyalım (Kaynak: https://www.milliyet.com.tr/gundem/ugur-sahin-ozlem-tureci-kimdir-nereli-korona-asisi-bulan-ugur-sahin-ve-ozlem-turecinin-hayati-6351300):

Uğur Şahin kimdir?

Prof. Dr. Uğur Şahin, 19 Eylül 1965 İskenderun doğumlu. 4 yaşında ailesiyle Almanya'ya gitti. Ailesi Köln'de Ford fabrikasında çalışıyordu. Prof. Şahin, daha genç yaşlarda bilimsel araştırmalara ve deneylere duyduğu ilgiyle dikkati çekti.

Kanser üzerine Alman televizyonunda hazırlanan 'Ölümsüzlük Öldürücüdür' programını izleyen Uğur Şahin, 19'uncu yüzyılda modern bağışıklık sistemini bulan ve kansere karşı ilk kez kemoterapiyi geliştiren Paul Ehrlich'i kendisine örnek alarak Köln Üniversitesi'nde tıp okudu. Profesörünün teklifi üzerine Hamburg Saar'daki üniversitede çalışmaya başladı. Kansere karşı araştırmalarla adını duyuran Prof. Uğur Şahin, kanserli hücreyle sağlıklı hücreyi birbirinden ayırıp, kanserli hücreyi yok eden bir aşı geliştirdi. Göğüs, kalınbağırsak, akciğer, pankreas ve prostat kanserinde hastalıklı hücrelere karşı savunmaya geçen antikorlar üzerinde çalışma yürüten Prof. Şahin, eşi Dr. Özlem Türeci ile birlikte melanom adı verilen cilt kanserine karşı bir aşı üzerinde çalışma yürütüyordu. Prof. Şahin, Covid-19'un yayılması üzerine bu alana yöneldi. Prof. Şahin, 1996'da Nobel Tıp Ödülü alan İsviçreli bilim insanı Rolf Zinkernagel ile birlikte çalıştı. 2008'de BioNTech şirketini kurdu. BioNTech'te bugün 80 civarında bilim insanı kanser üzerine araştırmalar yapıyor.


Özlem Türeci kimdir?

1967 yılında Lastrup, Almanya’da doğan Dr. Özlem Türeci, on yıl boyunca Klinik ve Bilimsel Danışma Kurulu'nda görev yaptıktan sonra 2018'de BioNTech Tıp Şefi oldu. 53 yaşındaki Türeci aynı zamanda Kanser İmmünoterapi Derneği Başkanı.

Babası İstanbul'da bir doktor olan Türeci'nin ailesi, doğumundan önce Almanya'ya göçmüş. Türeci eşiyle Hamburg'da çalışırken tanışmış. Türeci "Düğün günümüzde bile laboratuvarda çalıştık" diyor. Çift, Ganymed şirketinde modifiye edilmiş genetik kodlarla bağışıklık sistemine kanserle mücadele etmeyi öğreten çalışmalar yapıyordu. Bu uygulamada bağışıklık sistemi, kanserli hücreleri vücuda giren bir virüs gibi algılayarak onları ortadan kaldırmaya çalışıyor. Ganymed'in satışları, Almanya'da o tarihe kadarki en büyük tıp şirketi satışı olmuştu.

BioNTech şirketinde de mRNA teknolojisini kullanarak aşı alanında bir devrim yapmayı hedefleyen çift, şimdi bu yöntemi koronavirüs aşısı için kullanıyor. Euronews'e göre çift, koronavirüs salgını küresel bir pandemiye dönüşmeden önce bunun gerçekleşeceğini öngörerek 25 yıldır geliştirdikleri bu yöntemle derhal aşı çalışmalarına başlamaları gerektiğine karar vermiş. Yönetim kurulunu acil toplantıya çağıran ikili, Çin'de yaşananların tüm dünyayı etkilemeyeceğini düşünen yöneticileri ikna etmek için çaba sarf etmiş.


Bu haberleri ve bu harika çifttin özgeçmişini okuduktan sonra hemen aklımdan geçenleri sizlerle paylaşmak isterim:

Virüslerin yok edilmesine dayalı çözüm

İlk aklıma gelen şey, 10 yılı aşkın bir süredir, virüslerin bastırılabildikleri fakat her ne hikmetse öldürülemediklerini ve bu konuda kâr odaklı çalışan ilaç firmalarının büyük günahları olduğunu söylüyordum. Virüslerin yok edilemedikleri için bağışıklık sistemimizi düzenlememiz gerektiğini de vurguluyordum. BioNTech’in kullandığı tekniğin tam da buna dayalı olduğunu okuyunca yüzümde bir gülümseme ile “İşte budur!” dedim. Dr. Özlem Türeci ve Prof. Dr. İbrahim Şahin’e helal olsun!

Bir de geçen sene bu ara Almanya’ya bir konferansa davetli olarak gidip güzel bir sunum yapmıştım. Türk Mühendis ve Mimarlar Birliği (TMMB) Yüksek Öğrenimli Türk Göçmenler’in (YÖTG) "Yenilenebilir Enerji ve Çevre" başlıklı çalıştaylarında 9 Kasım 2019 tarihinde Frankfurt'ta yaptığım konuşma öncesi ve sonrasında tanıştığım Almanya’daki iyi eğitimli Türkleri öven bir yazı kaleme almıştım: https://www.serhansuzer.com/tr/almanyanin-parlayan-turkleri

Bu etkinlikten yaklaşık 1 sene sonra Almanya’daki Türklerin dünya çapındaki bu başarılarını okumak beni gerçekten mutlu etti. Sonrasında imkân verildiği takdirde bizim coğrafyada yaşayanların neler yapabileceklerini düşünmeye başladım.

Aynı çiftin ülkemizde karşılaşabileceği sorunlar

Bu inanılmaz başarıya imza atmak için yıllarını veren Özlem Türeci ve İbrahim Şahin çifti eğer Almanya yerine anavatanları Türkiye’de aynı çalışmaları yapmak üzere kollarını sıvasalardı başlarına ne gelirdi, o senaryoyu kafamda canlandırmaya çalıştım. Sonuç hiç hoşuma gitmedi. Tümü aşağıda yazdıklarımla sınırlı olmasa da, bence aşağı yukarı şunlar yaşanırdı:

1) Bu çalışmalara üniversitede başlasalardı, kendilerini supervize eden profesörleri veya bölümün dekanı ve hatta rektör tarafından bırakın takdir edilmeyi, fazla sivrilmemeleri için alaşağı edilmek istenirlerdi. Gelişmeleri doğru düzgün takip etmeyip bir fanusun içinde yaşayan ve hâlâ 20 sene öncesinin bilgilerini ısıtıp ısıtıp sofraya getiren diğer profesörler tarafından inceden inceye kıskanılıp sürekli eleştirilirlerdi. Üniversite’deki üst makamlar da ödeneklerini kesip çalışmalarını kısıtlar ve hatta sonlandırmak için ellerinden geleni yaparlardı.

2) Türkiye’de oldukları için Avrupa Birliği hibelerinden Almanya’daki gibi faydalanamazlardı, belki hibe alırlardı ama çok kısıtlı olurdu.

3) Dünya çapında uzmanlarla çalışma imkânı bulamazlardı. Sonuçta maalesef Türkiye’nin hâlâ geri kalmış ülke imajı var ve uluslararası çapta uzmanları Türkiye’ye getirip çalıştırmak deveye hendek atlatmaktan daha zor.

 

4) Almanya gibi önemli bir ARGE kültürüne sahip bir ülkeyle işbirliği yapmaya kalksalar Almanlar tarafından dışlanırlardı. Bunun en büyük sebebi Almanların neredeyse ülke politikası haline gelen Türk hükümetine karşı tavırlarını insanlığa bir şeyler katabilecek bilim insanlarını dışlayarak ortaya çıkabilecek büyük bir sinerjiyi yok ederlerdi. Bir başka deyişle maalesef insanlığı kurtaracak bilime bile siyaset karıştırılıyor ve ülkeler arası sinerji yaratma imkanı ortadan kaldırılıyor, çok değerli katkılar yapabilecek insanların önü kesiliyor.

5) Malzeme alımında zorluk çekerlerdi. Avrupa’dan veya dünyanın herhangi bir yerinden kendileri için çok büyük önem arz eden malzemeleri bin bir zorluklarla getirirken taşıma işini yapan firma protokollere uymayıp kaza yapabilir ve bu malzemelere hasar verebilirdi. Böylelikle Türeci-Şahin çifti malzemelerin yeni baştan temini veya tamiri için de büyük ek masraf zorluğuyla karşılaşabilirdi. Kazaya sebebiyet veren firma da ‘hem suçlu hem güçlü’ misali laboratuvarlarını basıp “paramı verin” diye tehdit edebilir, hatta icra davası açabilirdi.

 

6) Hasbelkader bir Devlet Teşviği'ne hak kazansalar, o teşviğin iptali için rakiplerinin ve bu işten nemalanmayan bazı menfaat odaklarının hedefi haline gelir, kazanılmış hakları olan teşviğin iptal olmaması için ciddi çaba sarfederlerdi.

7) Kendi şirketlerini kurup devam etmek isteselerdi, finansman sıkıntısı iyiden iyiye baş gösterirdi. Sermaye bulmakta zorluk çekerlerdi. Bizde biraz sermayeye sahip olup kendini bir halt sanan, hırsları kapasitelerinden yüksek Türk iş insanları yapılan çalışmalarla ilgili “Bırakın bu çalışmaları, dünyayı siz mi kurtaracaksınız?” derler, dalga geçerlerdi. Bırakın finansman sağlamayı morallerini bozarlardı.

8) Vizyonsuz Türk bankaları (hepsi öyle değil ama büyük çoğunluğu öyle) bu “ARGE, MARGE işlerini bırakın, siz bize nakit akışından bahsedin, bizim paramızı ne zaman ödeyeceksiniz, onu söyleyin” derlerdi. Özlem Türeci ve İbrahim Şahin çiftinin aşıyı 25 senede geliştirdikleri bir teknikle yaptıkları varsayılırsa, bırakın 25 sene beklemeyi 6 ay dahi beklemezlerdi. Altlarındaki halıyı hemen çeker, işlem başlatırlardı.

9) Türk bankalarının saldırılarından bunalan çift o psikolojiyle çareyi insanlardan borç almakta bulurlar hatta bilmeden tefecilere bile bulaşabilir, kısa vadeli finansmanlarını çözmek için her yolu deneyebilirlerdi. Ondan sonrasını anlatmak dahi istemiyorum.

Sonuçta dünyayı salgından kurtaracak Covid-19 aşısı bir başka bahara kalır, bu konuda tutarsız açıklamalar yapan ülkelerin eline kalırdık. Onlar da Türk çayı içerek yaptıkları kutlamayı (aşı onaylanınca gelen güzel haberi Türk çayı içerek kutlamışlar), bir Devlet Hastanesi’nin kantininde Covid-19’dan yatmış yakınlarını beklerken hastane kantininin bahçesinde içerlerdi.

Yeniden medeniyetin beşiği olabilmek için

Şimdi size soruyorum. İnsanlığın sorunlarına çözüm olabilecek sürdürülebilirlik, biyoteknoloji ve yapay zekâ gibi teknolojiler, içinde bulunduğumuz konjonktürde ve bu kafa yapısıyla Türkiye’den çıkar mı?

Çıkar.

Yeter ki benim gibi varını yoğunu bu ülkeye vererek etrafındaki bütün kötü niyetlilerle sonuna kadar mücadele edip kendi yolunda devam etmek için çabalayan insanlar desteklensin. Bizlerin savaşı kazanıp yükselmemiz arkamızdan gelenlerin önünü açacaktır. Eğer başarılı olursak bu coğrafya geçmişte olduğu gibi tekrar medeniyetin beşiği haline gelecektir.

Yaşadığım tüm zorluklara rağmen elimden geleni yapmaya devam edeceğim. Çünkü kendi yaşam sürem içinde Türkiye’nin tekrar medeniyetin beşiği ve insanlığın göz bebeği haline geldiğini görmek istiyorum.

İlginizi Çekebilir
Yorumlar ( 0 )
Bu yazı hakkında ilk yorumu siz yapın...
Yorumlarınız için