Almanya’nın parlayan Türkleri

Almanya’da yaşayan Türklerin ülkemizdeki tüm kazanç ve varlık bilgilerinin Türkiye tarafından Almanya ile paylaşılacağına dair güncel bir haber, 60’larda başlayan göç dalgasıyla bu ülkeye akın eden Türk kökenli insanların başarıları ve potansiyelleri hakkındaki düşüncelerimi, deneyimlerimi hatırlattı. Bu haftaki yazım onlar hakkında.

Geçen hafta Almanya’daki Türklerle ilgili ilginç bir haber gözüme çarptı. Bu haber manşetlere pek taşınmadığı için birçok kişinin gözünden kaçmış olabilir. Bu habere göre Almanya, ülkesindeki Türk ve Türk kökenli tüm şahıslar ile tüzel kişilerin banka hesap bilgilerini ve Türkiye’deki her türlü kazanç bilgilerini bu yıl sonunda Türkiye’den alacağını "resmen" duyurdu. Alman Maliye Bakanlığı; Türkiye ile anlaşıldığını, banka hesaplarının 1 Ocak 2021’den itibaren paylaşılacağını bir yazıyla açıklarken, milyonlarca hesaptan yaklaşık 10 milyar Euro’luk ek vergi bekliyor. Denetleme şirketi KPMG de "Almanlar geriye dönük araştırma yapabilir" açıklamasını yaparak müşterilerini uyardı. Haberin tam metnini https://www.sozcu.com.tr/2020/dunya/almanya-turklerin-hesaplarina-erisebilecek-1-ocakta-resmen-basliyor-6035923/ linkinde okuyabilirsiniz. 

Böylelikle çift pasaportlulara karşı “tarafını seç” tarzında bir yaklaşımla birçok kişiyi Alman vatandaşlığına zorlayan ya da Alman vatandaşlığından çıkartan Alman Devleti daha fazla vergi toplama adına bir başka keskin stratejiyle ulusal çıkarlarını korumaya devam ediyor. Bu stratejik hamleler çoğu zaman tartışma konusu olabiliyor, bu uygulamaların evrensel değerlerle bağdaşmadığına dair eleştirileri duyabilirsiniz. Tabii bu son vergi hamlesinde namlunun ucunda yine Almanya’daki Türkler var.

Almanya’daki Türklerin aydınlık yüzü

Almanya’daki Türkler ve Türkiye Almanya ilişkileriyle ilgili paylaşacak çok konu var. Yaşanan entegrasyon problemleri, Almanya’yla Türkiye arasındaki siyasi çekişmeler, Suriyeli Göçmenler, Bergama gibi tarihte önemli yeri olan bir antik kentin Berlin’e nasıl taşınmasına izin verildiği, her yerde olduğu gibi mezhep farklılıklarından ve farklı görüşlerden dolayı Almanya’da yaşayan Türkler arasındaki bölünmeler ve çekişmeler, Almanya’da ırkçılık ve yaşanan ırkçı saldırılar gibi iç karartan konuların hepsi birer blog yazısı olabilecek konular. Ancak bu yazımda amacım Almanya’daki Türklerin aydınlık yüzünü sizlere aktarabilmek.

Ritz-Carlton Oteli Ekim 2001 senesinde açıldığında ilk genel müdürümüz Monacolu havalı bir adamdı. Düşünebiliyor musunuz, 11 Eylül olaylarından 25 gün sonra büyük sıkıntılarla açtığınız otelin doluluk oranı %8 civarında, siz oteli açtıktan 1 gün sonra Amerika Afganistan’a girmiş ve otel neredeyse boş, siz yine de memleketin gelmiş geçmiş en “fine dining” (gurme) restoranını açıp Fransa’nın ödüllü genç şeflerinden birini getirerek iş yapmaya çalışıyorsunuz. Açıkçası açılan bu CAM restoranda yemeklerin fütüristik olması, hiçbir yerde rastlanamayacak özel seçeneklerin tadımlık kıvamda yeniyor olması şahsen benim çok hoşuma gidiyordu. Ancak 25’ten fazla kişinin restorana kabul edilmemesi gibi çok katı kurallarla yönetilen restoran, ayrıca çok da masraflıydı. Yani külliyen zarar diyordu. Sonuçta önce Monacolu genel müdür gitti, yerine Alman Genel Müdür Rainer geldi sonra CAM restoranının Fransız şefi gitti (ki o süreci üzülerek Rainer ile ben yönettik). Oteldeki operasyonel yeniden yapılandırmalar ve sonrasında gerçekleştirdiğimiz finansal yeniden yapılandırmalarla finansal sürdürülebilirliğini sağlamayı başardık. Hatta yaptığımız hamleler, 2003’te İstanbul’da yaşanan büyük bombalı terör saldırılarının etkisinden en az hasarla çıkmamızı sağladı. Oldukça başarılı bir operasyon yöneten Rainer’le çalışmaktan keyif aldım. Hem Alman disiplinine sahipti hem de eğlenceli ve vicdanlı bir kişiydi. İstanbul’dan sonra Almanya’ya transfer olduğunda üzülmüştüm.


Rainer ile yıllar sonra keyifli bir sohbet

Seneler geçti, bir ziyaretim sırasında Almanya’da Berlin’deki Ritz-Carlton’da kaldım. Tabii Rainer’e de geliyorum diye haber verdim. Kariyerinde sürekli yükselerek ilerleyen Rainer birkaç otelden sorumlu direktör pozisyonunda beni Ritz-Carlton Berlin’de en iyi şekilde ağırladı. Seneler sonraki bu karşılaşmamızda ona aklımdaki ilk soruyu sordum, böylelikle ilginç bir konuyu beraber ele almış olduk. Diyaloğumuz yaklaşık olarak şöyle gelişti:

Serhan: Türk otel profesyonelleriyle Alman otel profesyonelleri arasında ne gibi farklılıklar var?

Rainer: Türkiye’de çalışanlara nasıl daha verimli olacaklarını öğretmeye çabalıyordum, burada da nasıl daha sıcakkanlı olmaları gerektiğini, gülümsemeyi ve Türkiye’deki gibi misafirperverliği anlatmaya çalışıyorum.

S: Peki burada da Türkler var. Direkt onları işe alıp harmanlayarak o ortamı yaratabilirsin.

R: Haklısın. Esasında ben de ilk başta bunu düşündüm. İnsan kaynaklarımız aradığımız nitelikte Alman Türk’ü çok araştırdı, görüştü fakat bir türlü tam istediğimiz niteliklerde profesyonelleri bulamadık.

S: Bu otelde çalışan hiç Türk yok mu?


R: Var. Ama planladığım gibi yönetici ya da yönetici adayı bir Türk yok maalesef. Çalışan Türkler genelde daha az nitelikli. Yine de işleri için ellerinden geleni yapıyorlar.

S: Bana burada çalışan bir Türk’ü gösterebilir misin?

R: Mesela girişte resepsiyonun yan tarafında çalışan bir ayakkabı boyacımız var. İstanbul’daki kadar başarılı değil ama yine de işini iyi yapıyor. Biraz olsun, Türkiye’yi buraya da getirmeyi başardım. Müşteriler verilen bu ekstra hizmetten memnunlar.

S: Üniversite’den alıp sıfırdan genç Türkleri yetiştirebilirsin.

R: Evet, bu alternatifi de düşündüm ama onları alıp yetiştirmem ve istenilen kıvama gelmeleri en az 5-7 sene alır. O zaman da ben buradan gitmiş olurum, biliyorsun hepimiz sınırlı bir süre belli bir yerde kalıyoruz yani bunu göremem.

S: Şimdiden tohumlarını atabilirsin.

R: Evet olabilir. Açıkçası Almanya’da ve Berlin’de bu kadar misafirperverlik geni taşıyan Türk varken bir türlü istediğim nitelikte birilerini bulamamam bana ilginç geliyor.

S: Doğrusu Berlin’de nitelikli Türk profesyonel bulamaman bana da garip geldi. Umarım bu insan kaynakları sorunu düzelir ve daha çok Türk böyle bir atmosferde çalışma fırsatı yakalar.


Alman gibi verimli, Türk gibi sıcakkanlı…

Tüm bunları konuştuktan sonra bu konu içime oturdu. Düşündükçe üzüldüm ve bazı Alman Türk’ü arkadaşlarıma bu konuyu açtım. Hepsinin bu konuda farklı açıklamaları vardı ancak aktardıkları bilgiler bazı benzerlikler içeriyordu. 1960’lı yıllarda iş gücü işin Türklere göç yolunu açan Almanya’da halen nesiller boyu entegrasyon sağlayamamış Türkler olduğu gibi, Alman’dan çok Alman gibi olan Türkler de mevcut. Bu biraz da Türkiye’de geldikleri yer, inançları, değişime açık olup olmamalarıyla alakalı.

Ancak çoğunluk Almanya içinde küçük bir Türkiye yaratma eğiliminde olmuş. Bu da tabii entegrasyon konusunda hassas olan Almanları kızdırmış. Uluslararası düzeyde otel profesyoneli yetişmemesi de esasında bir insan kaynakları meselesi. Bu konunun üzerine düşseler, Alman gibi verimli, Türk gibi sıcakkanlı çalışan birçok otel profesyoneli yetiştirebilirler bence.

Bu şekilde yetişenler var mı? Elbette var. Almanya’ya farklı zamanlarda gittiğimde orada harika yetişmiş, iyi karakterli Türklerle tanıştım. Türkiye’de yetişip Almanya’ya göç eden Türkler de var. Bu bahsettiklerimin çoğu mühendislik ve mimarlık gibi niş alanlarda uzmanlaşmış, nitelikli Alman şirketleri veya kurumlarında çalışan Türk profesyoneller. Hatta kendi girişimlerini başlatan Alman Türklerine bile rastladım. İşte Almanya’daki Türklerin aydınlık yüzleri bu kişilerdir. Tabii bu kişilerin yetişmesini sağlamak için büyük fedakarlıklarda bulunmuş anne, baba ve akrabalarını da unutmamak lazım. Onlar olmasaydı, bu aydınlık yüzler ortaya çıkamazdı. Onlara da buradan selam olsun.


“Yüksek Öğrenimli Türk Göçmenler” çalıştayı

IMF’te çalışırken CTC grubunu kuran Ferhan Dünya’nın birçok yerinde kendi alanlarında uzman harika bir grup Türk’ü bir araya getirmeyi başardı. İlk başlarda örnek olması açısından 92 konuda bildirge yayınlayan CTC grubu zamanında adeta bir “think tank” grubu gibi çalıştı. Bu gruptan tanıştığım Gözde, Almanya’da yaşıyor ve Mercedes’in inovasyon departmanında çalışıyordu. Gözde konuşmalarımız sırasında Almanya’da Türk Mühendis ve Mimarlar Birliği (TMMB) Yüksek Öğrenimli Türk Göçmenler (YÖTG) çalışma grupları olduğunu ve "Yenilenebilir Enerji ve Çevre" başlıklı çalıştaylarını 9 Kasım 2019 tarihinde Frankfurt'ta gerçekleştireceğini bildirerek beni bu çalıştaya konuşmacı olarak davet etti. Zaten Gözde’yi tanımış olmam ve Almanya’da yükseköğrenimli Türk göçmenlere konuşma yapacak olmanın cazibesi, çok düşünmeden “Tamam, gelirim” dememi sağladı. Yenilenebilir enerji alanında yapılacak bu konuşma yenilenebilir enerji mevhumunu her yerde paylaşma misyonuma da çok uyuyordu. O yüzden programımı organize ettim ve 9 Kasım 2019’daki çalıştayda hazır bulundum. Aşağıda programı bulabilirsiniz.


 

Saat 13.00’te başlayan programda benim panelim saat 16.30 gibi başladı. Salon doluydu. Bizim paneldeki 3 konuşmacı arasında ikinci sözü ben aldım. Günün son konuşmaları olmasına rağmen o ana kadar dile getirlenlerden ve ortamdan keyif aldığım için kendi adıma oldukça verimli bir konuşma yaptığımı söyleyebilirim. Pozitif ortam ve insanlar beni çok olumlu etkiliyor. Neredeyse otomatiğe bağlamıştım. Gelen sorular ve paylaşımlar da dinleyenlerin konunun içinde olduğunu gösteriyordu. Büyük bir keyifle sunumumu yaptım. 

Yaptığım konuşma çalıştay raporunda (tüm raporu http://yotg.tmmb.info/wp-content/uploads/2020/01/Calistay-2_Rapor_SON_2.pdf link'inde bulabilirsiniz) şu şekilde yer aldı: 

Serhan Süzer: Türkiye`de 100 % Yenilenebilir Enerji

İkinci panelin son konuşmacısı olarak Eko Group Genel Müdürü H. Serhan Süzer söz aldı. Dünya nüfusunun 7 milyarı geçtiğini ve kişi başı enerji tüketiminde hala fosil yakıtların ağırlıklı şekilde kullanıldığını belirten Süzer, güneş enerjisinin yatırıma elverişli olmadığına dair yıllardan beri gelen bir algısı olduğunu aktardı. Yıllar geçtikçe bunun değiştiğini ve bugün güneş enerjisinin Türkiye gibi ortalama güneş ışıma oranlarının yüksek olduğu yerlerde üretim birim maliyetinin (LCOE) kömürünkinin altına TMMB - Türk Mühendis ve Mimarlar Birliği Almanya Çalıştay Raporu YÖTG - Yüksek Öğrenimli Türk Göçmenler 13 indiğini aktaran Süzer, şu anda teşviğe ihtiyaç duymadan güneş enerjisi teknolojileri ile enerji üretilebildiğini paylaştı.

Güneş enerjisinin Global Horizontal Irradiance (GHI) ve Direct Normal Irradiance (DNI) olmak üzere iki farklı ışımasının olduğunu belirten Süzer, GHI elektrik ve DHI ise ısı için kullanıldığını söyledi. Türkiye’de ikisinin de potansiyelini yüksek olduğunu vurgulayan Süzer, Global Horizontal Irrediance konusunda dünyada İspanya‘dan sonra Türkiye’nin ikinci sırada olduğunun altını çizdi.

Güneş enerjisi uygulamaları alanında Almanya’nın bugün Türkiye ile tek yumruk olması durumunda, birlikte çok fazla değer yaratılabileceğini söyleyen Süzer, Türkiye’nin Avrupa’nın Çin’i konumunda olduğunu belirtti. Ancak bu potansiyelin her iki ülke tarafından da henüz değerlendirilemediğini de ekledi.

Türkiye’nin ciddi bir şekilde güneş enerjisine yönelmesi gerektiğini paylaşan Süzer şu sebepleri sıraladı:

· Ekonomik: Cari açığımızın çok önemli bir kısmı enerji ithalatından kaynaklanıyor. Enerjiyi ithal etmek yerine kendi yenilenebilir enerji kaynaklarımızla ürettiğimiz takdirde ülkemiz her sene cari fazla verip ekonomik ciddi avantaj yaratabiliriz.

· Ekolojik: Fosil yakıtları yakarak karbon salınımının her sene artan bir oranda artmasını ve dolayısıyla doğayı mahvederek iklim değişikliğine sebebiyet veriyoruz.

· Enerji bağımsızlığı ve Milli Güvenlik: Doğal gaz ve petrol gibi alanlarda Rusya, İran ve Suudi Arabistan gibi ülkelere bağımlıyız. Enerji arzını bazı ülkeler tehdit unsuru olarak kullanılabiliyor. Bu milli güvenlik konusu. Bizim en kısa sürede enerji bağımsızlığımızı elde etmemiz gerekiyor.

CEO’su olduğu EkoRE şirketinin Niğde Bor OSB’de bütün proseslerin bir arada olduğu entegre bir güneş paneli üretim tesisine başladıklarını belirten Süzer, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden proje bazlı teşvik alan 19 şirket arasına girdiklerini aktardı. İsviçre-Alman teknolojisini kullanacaklarını da söyleyen Süzer, fabrikanın etrafında hem güneş panelinin hem de güneş enerji sistemlerinin diğer parçalarının üretildiği tesislerden bir kümelenme yaratacaklarını vurguladı. Amerika, Kanada ve Avustralya gibi ülkelerdeki pazarları hedeflediğini söyleyen Süzer, Çinlilerle rekabetin kendilerini korkutmadığını, fakat Çinlilerin en büyük gücünün kendi ülkelerinde çok fazla proje yapıp hem maliyetlerini düşürdüklerini hem de tecrübe kazandıklarını söyledi. Bunu aksine Türkiye’nin Çin’e göre birçok avantajı olduğunu aktaran Süzer, bu avantajlardan ikisini şu şekilde verdi: Verimlilik anlamında teknolojik üstünlük, içinde bulunduğumuz coğrafya ve bazı ülkelerin Çin’e karşı kotaların olması.

Projelerini “Enerji Bağımsızlığı için %100 yerli güneş paneli” olarak adlandıran Serhan Süzer, nihai amaçlarının Türkiye’de bulunan silisyum madeninden en son güneş hücresi ve güneş paneli üretimi olduğunu, kendi yüksek güneş potansiyelimizden faydalanıp, yanına bir de elektrik depolama sistemleri eklendiğinde memleketin enerji anlamında başka hiçbir şeye ihtiyacı olmayacağının altını çizdi.


Tüm bu konuları konuşurken ağzımdan hiç düşünmeden şu kelimeler dökülüverdi: Biz Türkler doğuyla batının senteziyiz. Önemli olan bizlerin de aşina olduğu doğu ve batı kültürlerinin iyi taraflarını alıp buna göre hareket edebilmektir. Bizler de bunu yapabilecek kapasitede insanlarız. Kendimizi disipline etmeyi başarırsak farklı bakış açılarımızla bulunduğumuz her ortamda fark yaratırız.

Hem paylaştım hem öğrendim

Sonrasında soruları aldık ve keyifli bir şekilde konuşmamızı bitirdik. Hemen akabinde bize konuşmacı olarak verdikleri teşekkür belgesi ve resim çekiminden sonra etkinliği sonlandırdık. Etkinliğin ardından da tam Türklere göre bir organizasyon yapıldı. Hep beraber tipik bir Alman restoranına gittik. Yaşanan keyifli sohbetler burada da devam etti. Yine Türk usulü yaklaşık 20 kişilik grup restorandan çıktık ve bizi ağırladıkları otele gittik. Ben de sabahın en erken saatinde Pazar sabahı memlekete dönüş yaptım. Tüm yorgunluğa rağmen benim açımdan Frankfurt’a bir günlüğüne gidip dönmem değmişti. Hem çok keyif aldım hem de yeni şeyler öğrendim. Özellikle Suat Bakır’ın Almanya’daki Türklerle ilgili yaptığı sunum ve sonrasındaki sohbetlerden yeni şeyler öğrendim.

İçimden şu düşünceyi geçirdiğimi hatırlıyorum: “İşte bu. Keşke Avrupa’da yaşayan Türk göçmenlerin kalibresi buradaki gibi yüksek olsa. O zaman uyum muyum, bu konular hiç tartışılmaz bile. Biz Türklerin ön yargıların ötesinde kendi yaşadıkları topluma büyük katkıları olabilir. Hâlâ boş konularla uğraşılıyor.”


Almanya’da parlayan Türkleri artırmak

Bu vesileyle iki Alman Türk’ü dostuma buradan selamlarımı iletmek isterim. Zamanında oturduğum sitede komşum olan ve kendi alanında dünya çapında bir Alman firmasında üst düzey yönetici olarak çalışan Selda’ya ve teknoloji konusunda konuşmaktan keyif aldığım, yapay zekâ konusunda Almanya’nın sayılı uzmanları arasında bulunan ve bu konularda girişimi olan, aynı zamanda Berlin Teknik Üniversitesi’nin dekanı Şahin Hoca’ya da buradan selam olsun.

Özetle, bu yazıda bahsettiğim Almanya’daki parlayan Türklerin sayılarını artırmak gerekiyor. Bunun hem yaşadıkları topluma hem de kökenlerinin olduğu topraklara faydası olur. Biz Türkler yaşadığımız coğrafyanın olumsuzluklarını bertaraf edip, tam tersine olumlu yanlarını insanlık adına faydalı olabilecek bir güce dönüştürebiliriz. Bu potansiyel hepimizde var. Yeter ki iyi bir eğitimden geçelim ve disiplinli çalışmayı kendimize adet edinelim.

Referanslar:

https://www.sozcu.com.tr/2020/dunya/almanya-turklerin-hesaplarina-erisebilecek-1-ocakta-resmen-basliyor-6035923/

https://tr.wikipedia.org/wiki/Almanya%27daki_T%C3%BCrkler

http://sampiy10.gazetevatan.com/turklerin-almanya-sevinci-657329-futbol-sampiy10-haber/

http://www.gultekinparlak.co.uk/2012/01/12/50-yilinda-almanya-turkleri/

https://www.cnnturk.com/dunya/almanya-cifte-vatandas-turkleri-uyardi

https://www.bilim.org/almanyadaki-turklerin-yakin-tarih-kronolojisi/

 

İlginizi Çekebilir
Yorumlar ( 0 )
Bu yazı hakkında ilk yorumu siz yapın...
Yorumlarınız için