Latin Amerika’da politik düşünce ve bölgemize uyarlaması

Son makalemde Kosta Rika Büyükelçiliği’nin organizasyonuyla felsefe ve siyaset tarihi uzmanı Roberto Fragomeno’nun 21 Mart’ta Cervantes Enstitüsü’nde “Latin Amerika’da Politik Düşünce” başlıklı bir konuşma yaptığını yazmıştım. Bu haftaki yazımda paneldeki konuşmaları kısaca özetlemek ve kendi bölgemize uyarlayarak yorumlamak isterim.

 

Kosta Rika Üniversitesi öğretim görevlisi Roberto Fragomeno’ya panelde büyükelçimiz Marcelo Varela-Erasheva eşlik etti. İki saatin üzerinde süren bu paneldeki konuşmaların özetini sizlerle paylaşırken, söylenenleri kendi ülkemize ve çevremize uyarlayarak yorumladığım bölümleri yazının içinde italik font ile ayrıştırdım.
Konferansın broşürü

 


Konuşmadan dakikalar önce büyükelçi ve konuşmacıyla çektiğimiz resim. Soldan sağa: Kosta Rika Büyükelçisi Marcelo Varela-Erasheva, ben ve konuşmacı Roberto Fragomeno

 

Büyükelçinin Sunuş Özeti: Konuşmacı Fragomeno Arjantin doğumlu ancak 29 yıldır Kosta Rika’da yaşıyor ve bizim dünyaya bakış açımızı çok iyi biliyor, bölgemizi çok iyi tanıyor. Dolayısıyla biz de ondan kendi analizlerini, düşüncelerini paylaşmasını, bakış açısını bizlere aktarmasını rica ettik. Politik açıdan Latin Amerika’da neler olmakta? Beklemediğimiz koşullarla karşı karşıya olan Latin Amerika ülkeleri şu an neler yaşamakta?

 

Konuşmacıların bulunduğu panel. Solda konuşmacı Fragomeno, sağda büyükelçi Varela



Roberto Fragomeno’nun Konuşması (italik font kullandığım kendi yorumlarıma her bir konu başlığının altında yer vereceğim. Amacım Latin Amerika’yla kendi ülkemizi ve bölgemizi kıyaslayarak sizi daha derinlemesine bilgilendirmek):

Latin Amerika’dan söz ederken dar ulusal bir bakış açısı kullanmaktan kaçınıyorum. Örneğin Meksikalılık veya Arjantinlilik gibi kimliklerin zaman içinde yaratıldığını kabul ediyor ve anlıyorum, ancak burada herhangi bir ayrım yapmaksızın bu farklılıklar arasında bir fikirde birleşmekten söz ediyoruz. Bu fikir de Latin Amerika fikri ve bu somut bir gerçeklik değil, aksine bir proje.

Bizim ülkede dar ulusalcılık diz boyu. Bu kavramın bir benzeri olan mikro milliyetçilikle ilk olarak askerdeyken tanışmıştım. Herkesin isim ve soyadımdan sonraki ilk sorusu nereli olduğumdu. Bu sorulardan gerçekten çok sıkılıyordum ama uyumlu olmak adına doğru yönetimi bulmuştum. “Nerelisin?” diye sorana ben “Asıl sen nerelisin?” diye soruyordum. Doğu veya güneyden bir yer söylerse, “Gaziantepliyim” (babam Gaziantepli), Karadenizliyse “Trabzonluyum” (annem Trabzonlu), batıdan bir yer söylerse de “Doğma büyüme İstanbulluyum” diyordum. Bana göre nereden geldiğin değil, karakterin, aklın ve vicdanındır önemli olan. Bu sadece Türkiye için değil, tüm ülkelerin insanları için geçerli. Gerisi teferruat.


Yağmalanan bir kültür

● Batılı istilacılar bizim ilk yerli halklarımızın vahşi olduklarını düşünerek onlara zarar verdiler, katliamlar, yağmalamalar ve soykırımlar yaptılar. Kıtamızın Batılılar tarafından keşfinin daha ilk yüzyılında halkımızın yüzde doksanı öldü. Yalnızca bir yüzyılda gerçekleşen bu büyük yıkımın izlerini Bartolomé de las Casas’ın (1484-1566) eserlerinde sürebilir; atalarımızdan gelen kültürel mirasın yerle bir edilip aşağılandığını, ‘medeniyet’in bu barbarca yöntemleri aracılığıyla bizim bilgeliğimizin görmezden gelindiğini görebiliriz. Oysa pek çok açıdan bu topraklarda sahip olunan bilgi aynı dönemdeki Avrupa'dan çok daha daha ileri düzeydeydi. Örneğin Mayalar Güneş merkezli bir sistem içinde olduğumuz ve Dünyamızın bu yıldızın etrafında dönen gezegenlerden biri olduğu bilgisine, Kopernik devrimi ile bunu keşfeden Batılılardan çok daha önce ulaşmışlardı. Latin Amerika tarihinde 10.000 yıl öncesine uzanan bir birikim, son 500 yılda Batı’nın travmatik etkisiyle adeta yıkıma uğratıldı.

Bizim bölgemizde de bu travma halen yaşanmaya devam ediyor. Umarım Batılı ülkeler herkese üstünlük kurma hasletini bir yana bırakıp hepimizin farklı zenginlikler içeren tek bir dünyayı paylaştığımızı, tüm ülkelerin, ulusların ve milletlerin bir takım oyunu içinde insanlığın seviyesini daha yukarılara çıkarmaya gayret etmesi gerektiğini görür ve bunun için çalışırlar. Yani çekişmeyi bir kenara alıp tüm insanlığın refahı için birlikte çalışmaya başlamamız gerekiyor.


Geçmişin çözümleri ve değerleri

● Kıtamızda Kolomb öncesi kültürlerde bizim aslında bugün karşılaştığımız dünya krizlerine karşı çözümler barındıran zeminler oluşmuştu. Günümüzde yaşanan ekonomik krizler temelde fazla üretimden kaynaklanıyor ve bu da tükenen kaynaklar nedeniyle siyasi ve askeri krizleri tetikliyor. Potansiyel yeni kaynaklar yaratma ve stratejik mücadeleler arasında bir yandan da teknolojik bir devrimle karşı karşıyayız ve bu da devasa bir dönüşümü beraberinde getiriyor. Bu gelişmelerin yol açtığı farklı alanlarda ve özellikle gezegendeki yaşamı riske atan çevre konusunda da krizle karşı karşıyayız.

Biz kendi ülkemizde sürekli kriz yaşıyoruz. Artık maalesef kanıksadık. Çevre krizi de bunun en beteri bana göre.

● Sömürgeciliğin henüz başlamadığı Kolomb öncesi halklar kendi insanlarının varlık ve refahını garantilemekteydiler. Kullandıkları dilde fakir kelimesi bulunmuyordu, çok derin toplumsal değerlere sahiptiler; işbirliği, dayanışma ve karşılıklılık esas alınırdı, herkesin yalnızca kendi çıkarını gözettiği rekabetçi yaklaşımlara, egoist bireyselciliğe yer yoktu. Geçmişimizdeki bu değerler aynı zamanda bugünkü Latin Amerika projesinin temelini oluşturmakta.

Medeniyetin beşiği olan Anadolu’da nerede o gelişmiş medeniyetler? Bu coğrafyada uygarlıklar kuran farklı kökenli atalarımızın genetik, tarihi ve sosyal kodlarını taşıyoruz. Bu yüzden ben Türkiye’nin yeniden ileri uygarlık düzeyine ulaşacağını ve insanlığın gelişimi için bayrağı önde taşıyan ülkeler arasına gireceğini düşünüyorum.


Sömürgecilik ve bağımsızlık

● Öte yandan, İspanya, Portekiz veya ABD’yi ideolojik ya da kültürel bağlamda Latin Amerika fikrine dahil etmekten kaçınıyorum. Bunu sadece yerel bir bakış açısıyla söylemiyorum; şurası açık ki sömürge öncesi geçmişimizi göz önünde bulundurmaksızın Latin Amerika’dan söz edilemez. Ancak aynı zamanda ABD’nin sürekli müdehalesine referans vermeden de Latin Amerika düşünülemez. Benim için Latin Amerika kesintisiz bir ihtilaf, bir mücadele barındıran, hem sömürge öncesi hem de sonrasına ait olgu ve odakların sürekli karşılaştığı ve iç içe geçtiği döngüsel bir fikirdir. Ancak bir sentez değildir bu. Latin Amerika fikri bugüne kadar, doğuşundan büyüyüp gelişmesine dek her aşamasında bir bağımsızlaşma fikri ve projesi olarak var olmuştur ve bu kavramdan ayrı düşünülemez.

Sömürgeci ülkeler aynısını buralarda da yapmaya kalktı ama yemedi. Osmanlı İmparatorluğu onların doğuya açılımını durdurduğu için (hatta Viyana’ya kadar toprak kaybettiler), yüzlerini okyanus ötesine ve Afrika’ya çevirdiler.
 

Melez olmanın gücü

● Az önce yalnızca yerel bir bakış açısını benimsemediğimi vurguladım. Evet, elbette sömürgeleşme öncesine ait bir birikim olduğu gibi, 16., 17., 18. yüzyılların Latin Amerika’sına ait bir entellektüel geçmiş de söz konusudur. Ayrıca Latin Amerika tarihini İspanya ve Portekiz etkilerini göz önünde bulundurmadan da değerlendiremeyiz. O yüzden hangi pozisyondan konuştuğumu ve neyi savunduğumu açıklığa kavuşturmam gerekiyor. Benim görüşüme göre Latin Amerika melez olarak tanımlanmalı ve söz ettiğim bağımsızlaşma hedefi de melezlerin projesi olarak ele alınmalıdır. Bu noktada ‘Latin Amerika halkı’ terimini salt kısaltma amaçlı kullandığımı ve aslında karşılıklı etkileşimde bulunmuş pek çok halk ve topluluğu kapsayan bir anlam gözettiğimi belirtmek isterim.

Artık her yer melez olmuş durumda. Türkiye’de köken olarak 70’in üzerinde etnik grubun olduğu söyleniyor. Esasında bu da iyi bir durum. Çünkü insanlar ne kadar karışır, melezleşirse genetik açıdan o kadar güçlü oluyorlar. Doğan çocuk genelde anne ve babanın güçlü taraflarını alıyor.

● Arjantinli yazar Jorge Luis Borges Hristiyanlığın farklı yollara sapmasına karşı mücadele eden din adamı iki arkadaşla ilgili bir öykü yazmıştır. Ortak çabalarının aksine, aralarındaki bölünme dini bir çatışmaya yol açar. Biri kendi yorumunu öne çıkarır diğeri ise buna şiddetle karşı çıkar. Sonuçta bu karşıtlık nedeniyle arkadaşlardan biri kafir ilan edilerek yakılma cezasına çarptırılır. Diğer arkadaş ise kaderin bir cilvesiyle yıllar sonra bir yangında ölür.

Benzer olaylar ve çekişmeler bizde de oldu. Bu yüzden mezhepler ve hatta tarikatlar ortaya çıktı. Herkes kendi yolunu çizdi ve insanlar bugün futbol takımı tutar gibi bir dine, mezhebe ve tarikata bağlılığını dillendiriyor. Sonuçta çatışmalar kaçınılmaz oluyor. Umarım bir gün bütün insanlar farklılığın ve farklı görüşlerin esasında zenginlik olduğunu anlarlar.


Kapitalizmi dönüştürme ihtiyacı

● Latin Amerika’da tartışılmakta olan önemli bir konu da, Avrupa’da doğan ve Latin amerika fikrini de etkilemiş olan kapitalizmin yayılmasıdır.

Bu konu bütün dünyayı ilgilendirmektedir. Bana göre ileride kapitalist sistemde ciddi değişiklik ve dönüşümler yaşanacak. Çünkü sürekli tüketim üzerine kurulmuş bir sistemi artık dünyanın kaynakları kaldırmıyor. Yaşadığımız dünyayı yaşanamaz bir hale getiriyoruz. Sorunlar belli. Bununla ilgili geçtiğimiz senelerde bir yazı yazmıştım. Bunu tekrar hatırlatmak isterim: http://www.serhansuzer.com/tr/enerji-ve-cevre-dunya-nereye-gidiyor

Yapılacaklar da esasında belli. Bununla ilgili de bir makale yazmıştım: http://www.serhansuzer.com/tr/insanoglu-dogadaki-dengeyi-yeniden-nasil-saglayip-gelecegini-teminat-altina-alabilir

● Türkiye'de veya Senegal'de olanları Kuzey Amerika ya da Fransa haber ajansları aracılığıyla öğrenebiliyoruz –ki onlar da bizim durumuzdan çok uzak olan yerler. Bu bilgi akışı ikinci küreselleşmeyle paralel olarak yürüyor. ‘İkinci’ diyorum çünkü Latin Amerika bir dünya sistemiyle kaynaşarak doğmuştu. İlkinde İberyalı fatihler bizim kendi hammaddelerimizi küreselleştirdiler; dillerini (İspanyolca, Portekizce) ve dinlerini (Reform karşıtı Katoliklik) getirdiler.

Doğru söze ne denir? Tabii bunları İspanyolcayı tüm dünyada yaygınlaştırmayı misyon edinmiş Cervantes Enstitüsü’nde söylüyor olması da bu konuşmanın ironisi olarak akılda kaldı.

 


Salondan çekilmiş bir kare

 


● Latin Amerika hammadde ihracatçısıydı, ancak onun yerine işlenmiş ürünlerin ithalatçısı konumuna geldi. Şu anda değer yaratan üretim Latin Amerika'nın elinde değil ve neoliberal projenin uygulanmasını takip eden krizlere karşı daha savunmasız.

Aynı sorun Türkiye’de de var. Bir türlü katma değerli ürün çıkaramıyoruz. Bizim fındığımızla Nutella bir dünya markası oldu. Biz ise zor koşullarda ürettiğimiz fındığı dar marjlarla satıp tükettirmeye çalışıyoruz.


Rusya’nın ve Türk dizilerinin etkisi

● Latin Amerika'da, Rusya'nın uluslararası bir rezerv potansiyeli ve sağlam bir finansal yapısı olduğunu, hem gaz siyasetinde hem dünya petrolünde etkili bir rol üstlendiğini, ayrıca tarımsal potansiyeli de bulunduğunu bilen az sayıda kişi var. Dünya haritası üzerinde Rusya'nın etkinliği ABD ve Avrupa’da kaygı uyandırmakta. Başkan Putin bugüne kadar 21. yüzyılın temel figürüydü. Bu da tek kutupluluğun sonunun geldiğini ortaya koyuyor.

Gaz siyasetinin sonuna geliyoruz. Rusya yenilenebilir enerji konusunda da pozisyon almak zorunda.

● Türkiye’nin patlayan bir ekonomisi olduğu, Venezüella'nın da petrol tüketen bu ülkeye tedarikçilik yaptığı dışında Latin Amerikalıların Türkiye hakkında tek bildiği görselliğe, diğer bir deyişle televizyon endüstrisine dayanıyor. Latin Amerika ülkelerinde en çok izlenen dizilerin (ABD’den gelenleri de sollayacak ölçüde) Türk dizileri olduğunu söyleyebilirim. Latin Amerikalı kadınların bu dizilerdeki kadın kahramanlarla kendilerini özdeşleştirdiklerinden emin değilim, ama halklarımızın bunları izlemekten keyif aldığını teyit edebilirim. Çünkü ahlaki bir çatışmadan geçen imkansız aşklar bizim geleneklerimizdeki acı anlayışıyla örtüşüyor.

Türk dizileri kimsenin başaramadığını başardı. Ülke tanıtımına inanılmaz katkıda bulundular ve bulunmaya devam ediyorlar. Latin Amerika, Ortadoğu, Rusya ve daha birçok ülkede Türk dizileri rating rekorları kırıyor. Ah bir de bu dizilerdeki uzun uzun bakışmalar, yavaş diyaloglar olmasa. Yavaş tempodan dolayı Türk dizilerini şahsen izleyemiyorum. Dizideki bir bölüm 3 saat sürer mi? Yazık bu millete. Bu tabii benim kişisel görüşüm.


Demokratik kurumların önemi ve bölgesellik

(Uruguay hakkında sorulan bir soru üzerine) Uruguay Latin Amerika’nın en laik ve insani kalkınma endeksi en yüksek olan ülkesi. Uruguay’ın Arjantin ve Brezilya gibi iki büyük komşusu var; her ikisi de gürültülü ve kaotik. O yüzden Uruguay sakin komşu olmak durumunda. Düşünmek için durmayı biliyorlar ve bunun için onlara müteşekkiriz. Ancak ne yapılması gerektiği sorusunu ben yanıtlayamam, çünkü bu Uruguaylı entellektüellerin analiz etmesi, kendi tarihleri üzerinden düşünerek değerlendirmesi gereken bir konu. Tarihe ihtiyacınız yoksa o zaman siz düşünmüyorsunuz demektir. O yüzden gelecek hakkında düşünen herkesi geçmişe bakmaya ve tarihimizi unutmamaya davet etmek isterim. Özellikle de tarihimizin dillendirilmeyen, gizli kalan alanlarına bakalım. Düşünen insanın görevidir bu. Bunun dışında ben her zaman demokratik kurumların güçlendirilmesinden yanayım. Birkaç 10 yıl önce yaşanan karmaşaların tekrar etmemesi için demokratik, cumhuriyetçi kurumlar kritik önem taşıyor ve zaten sosyal değişimlerin de demokratik kurumlarla gerçekleştirilmesi gerekiyor, onların dışında değil.

Söylediği gibi Uruguay Latin Amerika’nın örnek alınacak ülkelerinden. Geçmişe bakıp gelecek stratejilerini oluşturma yaklaşımına da katılıyorum. Bırakın ülkeleri, insanlar için de bu böyledir. İnsanlar geçmişine sahip çıkmalı, gereken dersleri çıkarmalı ve geleceğe yönelik adımlarını buna göre atmalılar.

● Kişisel fikrim bölgesel bütünleşme sürecini Latin Amerika’nın başlatması gerektiği yönünde. En büyük ekonomiye sahip Brezilya ve ardından gelen Meksika dâhil hiçbir Latin Amerika ülkesine içine kapalı bir kalkınma projesi geliştirmeyi tavsiye etmezdim. Kanaatimce Latin Amerika’nın kalkınma süreci bölgesel olabilmekten geçiyor, bu nedenle ABD ile ticareti bırakmanın yararı olacağını düşünmüyorum. ABD ile bağlarını koparmaktan ziyade ABD’nin hâkimiyetinden çıkmaları gerekiyor. Problem ABD’nin kendisi değil, ona bağımlı olmak. O yüzden ABD’den soyutlanmaya dayalı yaklaşımlar Meksika gibi ülkeler açısından adil olmayacaktır. Çünkü ABD’de yaklaşık 30 milyon Meksikalı var, oldukça büyük kültürel etkileşimler söz konusu. Meksikalılar aynı zamanda ABD kültürünün de önemli bir parçası. Herhangi bir bölgesel bütünleşme olacaksa Brezilya ve Meksika’nın bu yönde sorumluluk alması, bu sürece liderlik etmesi gerektiğine inanıyorum. Ve elbette demokratik süreçlerin başarıyla işletilmesi gerekiyor.

Bölgesel kalkınmaya da katılıyorum. Türkiye olarak bizim de Orta Asya, Doğu Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’yla bütünleşmemiz ve oralardaki ekonomik etkimizi katlayarak artırmamız gerekiyor. Amerika’nın %20’sinden fazlasını hispanikler (Latin Amerika kökenliler) oluşturuyor. İspanyolca bilmek Amerika’da senelerce çok işime yaradı. Hatta bu konuda yapılan şakalardan biri Latin Amerikalıların Miami’yi ABD’ye en yakın Latin Amerika şehri olarak tanımlamalarıdır. Miami’deki benzin istasyonlarının üzerine “We speak English” yani “İngilizce konuşuyoruz” diye tabela asıldığı bile görülüyor. İspanyolca da 22 ülkede 500 milyon kişi tarafından konuşulan bir dil haline geldi. Şahsen geçmişte İspanyolca öğrenmiş olmaktan dolayı gururluyum.


Aynı gerekçeyle iki zıt davranış

● Bir profesör anlatmıştı; Latin Amerika’da bir parkta bir şey yedikten sonra çöpünü yere atan kişiye bunu neden yaptığını sorduğunda “Çünkü burası kamu malı” cevabını alıyor. Ama İngiltere’de hiç kimse bu çöpü yere atmıyor, peki neden? Cevap yine aynı: “Çünkü orası kamu malı.” Bizim kamu anlayışımız ile başka bir kültürdeki kamu anlayışının ne kadar farklı olduğunu görüyoruz bu örnekte. Gerek devlette gerekse özel sektörde, kurum ve kuruluşların buna dikkat etmesi, şirketleri yöneten grupların olumlu dönüşümü sağlamak için ellerinden gelenin en iyisini yapması lazım.

Çok doğru. Latin Amerikalılar iyi ve kötü anlamda bize çok benziyorlar. Bizde de maalesef büyük bir çoğunluk o bilinçte değil. Yani çöpü yere atmakta sakınca görmezler. Eğitim sistemini baştan aşağı ele almak gerekiyor. Özellikle ebeveynlerin ve eğitmenlerin eğitimi çok önemli. Devletlerde çalışanların da o ülkedeki en nitelikli kişilerden oluşması gerektiğini düşünüyorum.

***

Çift taraflı tanıtım misyonu

Konferansın bu ana konuşmasından sonra Cervantes’in kültür sorumlusu Miguel Grajales söz aldı. Tüm konuşmacılara teşekkür etti. Bizim büyükelçi de son sözü alıp güzel ve toparlayıcı bir konuşma yaptı. Etkinliğin 2 saatten fazla sürmesine karşın katılımcıların büyük çoğunluğu konferansın sonuna dek bekledi ve aktif katılımda bulundu. Başarılı bir etkinlik oldu.

Okyanus ötesinde bize bu kadar benzeyen insanlar topluluğuyla birlikte bir şeyler yapıyor olmamız kaçınılmaz. Geçen yazımda da belirttiğim gibi Kosta Rika Fahri Konsolosu olarak onların iyi taraflarını ve renkli kültürlerini ülkemizde elimden geldiğince anlatmaya ve tanıtmaya çalışıyorum. Tabii bu iş çift taraflı. Aynı şekilde bizim kültürümüzü de Kosta Rika’da anlatıyor olacağız. Bunun da detaylarını ileride paylaşacağım.

Son olarak geçen yazıda belirttiğim gibi Procomer’in (Kosta Rika dış ticaret ajansı) Türkiye temsilciliğinde bir değişiklik oldu. İki yıldır bu pozisyonda hizmet veren Ali Natour bayrağı bu hafta Ferhat Değer’e teslim etti. Ali’ye geçen yazımda yeni hayatında başarılar dilemiştim. Ferhat’a da yeni kariyerinde başarılar diliyorum.

 

Soldan sağa: Ferhat Değer, ben, Ali Natour

 


Yazımı Kosta Rika’nın tanıtımı için hazırlanmış güzel bir video’yla bitirmek istiyorum. Videoyu yazının en sonunda bulabilirsiniz. Bu güzel ülkeyi ziyaret etmek isteyenler Fahri Konsolosluk web sitemize girip bilgi edinebilirler. Adresimiz: www.costaricaconsulistanbul.com
Sorusu olanlar da yine web sitemizdeki iletişim bilgileri üzerinden bizlere ulaşabilirler.

Pura Vida!



İlginizi Çekebilir
Yorumlar ( 0 )
Bu yazı hakkında ilk yorumu siz yapın...
Yorumlarınız için